Medyanın Ermeni yalanları çelişkisi ve Emin Çölaşan
Amerikan Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin Ermeni yalanlarını bir karar tasarısı olarak kabul etmesiyle birlikte Türkiye basınında ilginç bir durum yaşanıyor.
Daha önce, “Türkler 1,5 milyon Ermeni’yi ve 30 bin Kürt’ü kesti” diyen Orhan Pamuk’u savunan kalemler, ABD’nin Ermeni yalanlarını karar tasarısına bağlamasına karşı çıkıyor!
“Bu gazeteciler, Orhan Pamuk’un ifade hürriyetine sahip çıkıyor, sözlerinin içeriğine değil” denilebilir. Ama gerçek bu değil. Çünkü bugün bile üstü biraz kapalı olarak “soykırım yaptığımızı kabul edelim” diyenler de var.
Fakat, Orhan Pamuk’u savunan kalemlerden Can Dündar, şimdi “Emperyalizmin alçak hakemleri” diyor. Güneri Civaoğlu, Mehmet Perinçek’in kitabından Ermenistan’ın ilk başbakanının “Hata bizdeydi” sözlerini alıp yayınlıyor. Taha Akyol, Derya Sazak, Hasan Cemal, ABD’ye ateş püskürüyor. Ertuğrul Özkök, ABD’ye “Bedeli ağır olur” diye hitap ediyor.
Yazılım uzmanı arkadaşım Turgay Şık, bu duruma dikkat çekiyor ve “ABD’de tasarı geçince herkes nasırına basılmış gibi bağırıyor. Niye Orhan Pamuk’a birşey demediler de ABD’ye kafa tutuyorlar?” diye soruyor.
Hatta, Milliyet ve Sabah, Orhan Pamuk’a Nobel edebiyat ödülü veren İsveç’teki insan hakları ihlâllerini sergiledi diye Banu Avar’ın yargılanmasını bile istemişti!
Bütün kalemleri veya bütün gazeteleri aynı çerçevede değerlendirmek mümkün değildir ama bu çelişkili durumu içlerinden biri Türk kamuoyuna izah ederse iyi olur!
* * *
Türkiye basınının içler acısı durumunun bir yönü böyle. Basında genel durumun bir kesitini “Kovulduk ey halkım, Unutma bizi” kitabında anlatan Emin Çölaşan ise iktidar-medya ilişkilerinin boyutlarını şöyle özetliyor:
“Medya patronları büyük işlere girişmişti. Özelleştirme ve enerji ihaleleri, arazi kapatmalar, yeni gazete ve televizyon satın almalar, akaryakıt işleri, bankacılık, sigortacılık, hava limanı kiralamalar, devlete olan borçlar, vergi cezalarıyla üzerlerine gelinmesi, aklınıza ne gelirse!
Sadece medya patronları değil, neredeyse, irili ufaklı bütün patronlar korkuyordu. İktidar, onları bir günde batırabilirdi. Ama medyacıların konumu farklıydı. Onlar hep göz önündeydi ve baskılara birebir muhatap oluyordu.
Evet çoğu korkuyordu, çünkü milyarlarca dolarlık çıkar ve beklentileri, yani gelecekleri ve kaderleri, tamamen Tayyip ve ekibinin iki dudağının arasındaydı. İş bu aşamaya gelmişti. İktidarın hoşuna gitmeyen gazeteciler, sürekli olarak patronlara ve gazete yöneticilerine şikâyet ediliyordu. Hatta çoğu zaman şikâyete bile gerek kalmıyordu. Patronlar, iktidarın bir göz kırpmasından bile ne demek istediğini anlayıp gereğini yapıyordu.
Gereğini yapmak illâ kovmak değildi. ’Seni şikâyet ediyorlar’ denmesi, arkadaşımız hakkında birkaç dava açılması yeterliydi. Mesaj alınıyordu.
AKP, medyanın çok önemli bir bölümünü ele geçirmeyi başardı. Televizyon kanallarına bakın. Büyük çoğunluğu AKP yandaşı ve bu yandaşlar pıtrak gibi çoğalıyor. İktidar, uslu çocuk olmayanların ekranlarını karartmak için büyük çaba harcıyor ve her yolu deniyor.
Gazetelere bakın, AKP’nin yazılı basını oluştu. Özellikle iktidarı destekleyen İslâmcı gazeteler başta olmak üzere çoğu beleş dağıtılıyor. Evet, Türkiye’de her gün bir milyona yakın AKP yandaşı gazete, ülkenin dört bir yanında parasız dağıtılıyor. Yani parayla satılmıyor. Bu parasal yüke Suudi Arabistan, Kuveyt gibi petrol zenginlerinin bile bütçesi yetmez, O halde nereden geliyor bu değirmenin suyu?”