Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ahmet B. ERCİLASUN
Ahmet B. ERCİLASUN

Kurt Kaya, elini çöz!

Bugünlerde Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü romanındaki bir sahne ve bir haykırış gözümün önünden hiç gitmiyor, kulaklarımdan hiç çıkmıyor. Hep o sahneyi görüyorum, hep o haykırışı duyuyorum. “621 yılında bir yaz gecesi” başlığını taşıyan ilk bölümdeki unutulmaz sahneyi Atsız’ın kaleminden izleyelim.
“Atlılar geniş çayırlığa dağılmışlar, dinleniyorlardı. Atından inmemiş olan Yüzbaşı Işbara Alp buyruklar veriyor, atını öteye beriye sürüyordu. Gece basıp ortalık iyice kararınca o da atından indi. Çerilerinin yaktıkları ateşe doğru yürüdü. At uşağı Çalık onun atını almış gezdiriyordu.
Bu gece yüzbaşının gönlünde bir sıkıntı vardı... Işbara Alp, karşı yatan kara dağa bakarken, yarın o dağın ardında toplanıp Çin’e akın edecek orduyu düşünüyor, akın olduğu hâlde neden içinin sıkıldığını anlayamıyordu. Koca çayırlıkta çıt kalmamıştı. Rüzgâr üflemiyordu bile... Geceleyin böyle bir sıcaklık şimdiye dek görülmemişti. Yüzbaşı yeniden eski yerine geldi. Gökyüzüne baktı. Gözleri gökte dikili kaldı. Batı yanından kara bulut hızla geliyordu. Bu bulut bir Çin atlısına benziyordu. Yeryüzünde bir ot bile kıpırdamazken gökyüzünde bulutun bu kadar hızla dolaşmasını yüzbaşı iyi bulmadı. Kendi kendine, bir uğursuzluk olacak diye düşündü... Birden bire yüzünde bir soğukluk duydu. Sonra hızla geriye dönerek bağırdı:
-Çalık!
Sert bir sesle cevap verdi:
-Buyur!
-Toplan borusu çal!
Fakat Çalık daha boruyu dudaklarına götürmeden ışıklı gece birdenbire karardı. Ay görünmez oldu. Bir boradır koptu. Yıldırımlar ortalığı inletmeğe, yağmur bardaktan boşanırcasına yağmağa başladı... Sular yukarıdan inip aşağıdaki dereye karışıyor, dere de boyuna kabarıyordu. Işbara Alp bağırdı:
-Kayalara sıkı yapışın. Dayanan kurtulur. Gücü kalmayanı sular alıp götürür!
Çeriler dizlerine yaklaşan suyun içinde kayaların çıkıntılı, sivri yerlerine tutundular... Onbaşı Yamtar, tutunduğu kayanın yukarıya doğru sivri ve ince olduğunu görünce tek eliyle hemen kemerini çıkardı. Yanındaki iki çeriye buyurdu:
-Daha bütün gücümüz tükenmemiştir. Beni sıkı tutup şu kayışımı kayanın sivriliğine bağlamama yardım ederseniz üçümüz de kurtuluruz. Daha birkaç kişi de kurtulur...
Onbaşı Yamtar, kemerini ortasından ikiye düğümledi. Sarkan iki ucunu aşağıya uzattı. Bu uçlardan birini kendisi tuttu. Birine de diğer çerilerden biri yapıştı. Öteki çeri onbaşıya asılmıştı...
Işbara Alp hâlâ atının üstünde idi. Yayının kirişini kayanın sivriliğine takmış, demirini de eliyle tutuyor, böylece sulara karşı kendini de atını da koruyordu. Onbaşı Yamtar şimdi kayaya ilmiklediği kemerine daha sıkı sarılmağa mecburdu. Çünkü artık onbaşıya asılan çeri tek değildi. Bunlar birbirine sarılarak uzayan belki yirmi kişi olmuşlardı. Fakat Yamtar itiraz etmiyor, irkilmiyor, yalnız kemere daha sıkı tutunmağa uğraşıyordu. Bu ara yıldırımdan daha keskin, gök gürültüsünden daha güçlü bir ses yükseldi:
-Kurt Kaya, elini çöz!...
Işbara Alp tam zamanında gürlemişti... Kurt Kaya, Yamtar’ın ardına yapışan erlerin arkadan onuncusuydu. Yüzbaşının buyruğunu alınca bir an tereddüt etmedi ve kara, azgın sular bu on eri bir anda yuttu.”
Türk ordusu işte böyle bir itaat anlayışı üzerine kurulmuştur. Milattan önce 209 yılında Tanrıkut Mete tarafından. Bu tarihi, ordumuzun kuruluş yılı olarak Atsız teklif etmiş; daha sonra Kara Kuvvetleri tarafından bu teklif uygun bulunmuştur.
Bugünlerde sahne gözümün önünden gitmiyor. Acaba benzer olaylar bugün de mi yaşandı? Orduyu boğmaya çalışanlar kim? Kurt Kaya kim, buyruğu veren kim? Uzun uzun düşünmeye gerek yok. Bence soruların cevabı açık. Okuyucuların ferasetine de inancım tam.

Yazarın Diğer Yazıları