İsrail'den gelen GDO'lu soyayı et olarak yiyoruz!
Yıllardan beri soya fasulyesi propagandası yapılır. Sağlık programlarının arasına soya fasulyesinin nasıl değerli bir nimet olduğu fikri mutlaka yerleştirilir. Soyanın protein değerinden, etin yerini tutabileceğinden söz edilir. Halbuki Türkiye bu ürünü tanımaz. Türkiye toprakları dünyanın en verimli topraklarıdır ve bu coğrafya aynı zamanda dünyanın en zengin bitki örtüsüne sahiptir. Mesela flora tabakası bakımından dünyanın en zengin şehirleri Trabzon ve Hakkari’dir. Ama soya, bu topraklarda yetiştirilmez.
* * *
Peki bu soya neyin nesiymiş? Gıda sektöründen bir okurumuz yazıyor:
“Sayın Bulut, Türkiye’de üretilen et mamullerinin hemen hemen tümünde maliyetleri düşürmek için büyüğünden küçüğüne çoğu firma, kıyma şeklinde veya un halinde endüstriyel soya kullanılır. 1 kilo kıyma şeklinde soyaya, 3 kilo su ilave edip kabartırsınız, 4 kilo madde elde edersiniz. Bunu da et karışımıyla karıştırırsınız. Un halindeki konsantre soyanın işlevi biraz daha farklıdır, ancak onun da su tutma özelliği büyüktür.
Bu iki çeşit soya da her zaman genetiği değiştirilmiş soya fasulyesinden imal edilir.
Endüstriyel soyada dünyada söz sahibi ülkeler İsrail, Amerika ve Çin’dir. Ülkemize ithal edilen endüstriyel soyaların en az yüzde 80’i İsrail’den ambalajlı veya dökme olarak gelir. Dökme olanları burada yerli firmalar veya İsrail sermayesi ile kurulmuş firmalar tarafından paketlenip satışa sunulur. Son bir kaç senedir Çin ürünleri de geliyor.
Et mamulleri imalatçıları korkunç bir rekabet içerisinde oldukları için, maliyetlerini düşürmek bakımından bu maddeyi daha çok oranda kullanmaktadır.
GDO’lu ürünler içerisinde en çok kullanılan, dahası, insanların bilmeden tükettikleri ve içinde bulunduğum sektörde yoğun olarak kullanılan, endüstriyel soyadır.”
Demek ki bir lokantada et yerken, aslında İsrail’den gelen genetiği değiştirilmiş soya fasulyesi yiyoruz!
Bu ithalatı da millet mi istedi acaba AKP iktidarından?
* * *
Bir de şeker meselesi var. Türkiye’de şeker pancarı üretimi AB’nin baskıları ile sınırlandırıldı. Yerine ithal edilen genetiği değiştirilmiş mısırdan şeker üretiliyor ve bu şeker endüstriyel katkı maddesi olarak bakın nerelerde kullanılıyor:
Metabolizma ve beslenme uzmanı Prof. Dr. Ahmet Aydın, şeker için diyor ki, “British Medical Journal’da yeni yayınlanan bir makalede ‘Şeker tütün kadar tehlikeli, zarar verici ve bağımlılık yapıcı olduğu için uyuşturucu sınıfına sokulmalıdır’ deniliyor.
Şeker, diş çürümesi başta olmak üzere, obezite, diyabet, kalp ve dolaşım hastalıkları, böbrek taşları, kanser, hipertansiyon, felç, ülser, astım, romatizma, kronik yorgunluk ve kemik erimesine sebep oluyor.
Vücudun her tarafına taşınan şeker, özellikle de göbek, kalçalar, göğüsler bacağın üst kısmında toplanıyor. Bu bölgeler de dolduğunda, yağ asitleri kalp ve böbrek gibi aktif organlara dağılıyor. Bu organlar gittikçe yavaşlıyor ve sonuçta dokuları bozularak yağa dönüşüyor. Bağışıklık sistemi zayıflıyor. Vücut soğuk, sıcak veya mikroplara karşı koyamıyor.
Her yerde ‘şeker’ var. Özellikle bebek mamasında bile şeker olması, çocukların beslenme zevkinin bir ömür boyu yanlış bir yolda gitmesine neden oluyor.
Şekerle ilgili çok önemli başka bir tehlike daha var. Genetiğiyle oynanmış mısırdan ‘mısır şekeri’ üretiliyor. ‘Nişasta bazlı sıvı şeker’ de denilen bu şeker, çikolata, gofret, gazlı içecek, baklava, mısır gevreği gibi endüstriyel gıdalarda en çok kullanılan şeker türüdür.
Karacaoğlan’ın ‘zehir oldu yediğimiz şekerler’ deyişi günümüzde daha bir geçerli.”