IŞİD, şimdi de Libya’da tahribatta!
Özellikle, Arap ülkelerini daha doğrusu halkını parçalayan sözde “Arap Baharı”nın, Libya’yı böylesine perişan ettiği pek bilinmiyor.
Gerçekten de, bir zamanlar “dost ve kardeş” bellediğimiz Libyalılar, şimdi ne yapacaklarının şaşkınlığı içinde, şoktan şoka giriyor.
Her şeyden önce, parçalanan ülke bir türlü toparlanamazken, yönetim sürekli el değiştiriyor.
Üstüne üstlük, IŞİD’in de Libya’da artık boy gösterdiğini eklersek, ülkenin hali perişanı kendiliğinden anlaşılıyor.
Aslında, Avustralya’da IŞİD baskınına rastlanıyorsa örgütün Libya’daki terörüne şaşmamak gerekiyor.
Libya’da geçtiğimiz Mayıs ayından bu yana silahlı gruplar arasında yaşanan çatışmalar devam ederken, önemli gelişmeler de oluyor.
Geçtiğimiz ayın başlarında, Libya Anayasa Mahkemesi, 25 Haziran’da gerçekleştirilen seçimler sonucunda seçilen Tobruk Parlamentosu’nun feshedilmesine karar veriyor.
Tobruk Parlamentosu Başkanı Afrika Danışmanı İsa Abdulmecid’in Şark el-Evsat’a verdiği demeçte, IŞİD’in Derne, Trablus ve Bingazi’de var olduğunu iddia etmesi ortalığı karıştırıyor.
Bu arada, “Libya Mücahitleri” adlı kimliği belirsiz kişilerin IŞİD’in halife ilan ettiği Ebu Bekir el-Bağdadi’ye biat ettiği haberi basında yer alıyor.
Öte yandan, Tobruk’taki El-Ebrak Havalimanı’na yönelik intihar saldırısında, 1 kişinin öldüğü 23 kişinin de yaralandığı kaydediliyor.
Böylece, el-Kaide ile aynı yöntemi kullanan teröristlerin Libya’nın çeşitli yerlerine saldırılar yaptığı ortaya çıkıyor.
Kanlı gelişmeler üzerine ABD’li General David Rodriguez’in IŞİD’in Libya’da eğitim kampları olduğunu, ülkenin her geçen gün terör örgütleri için güvenli bölgeye dönüştüğünü iddia etmesi dikkatleri çekiyor.
Irak, Suriye, Yemen, Filistin ve Batı Sahra başta olmak üzere, bölgede, şiddet ve iç savaş şeklinde kendisini gösteren “kriz” zaman geçtikçe derinleşiyor.
Bütün bölgesel ve uluslararası güçlerin yansımalarının gözlemlendiği Libya’da, yaşanan çatışmaların kısa vadede derinleşmeye devam edeceğinden korkuluyor. Bu da mevcut krizi yönetebilecek nitelikli kadroların eksikliği anlamına geliyor.
Bu durumda, sorunun siyasal yollardan çözülmesi gün geçtikçe zorlaşıyor.
Zaten, Tobruk Parlamentosu ile bölgesel ve uluslararası medya tarafından Milli Genel Kongre’nin Müslüman Kardeşler ile, Müslüman Kardeşler’in ise el-Kaide ve IŞİD ile özleştirilmesi için çaba gösterildiği de biliniyor.
Görülüyor ki Libya diğer Arap ülkeleri gibi içinde çıkılmaz “mezhep” orijinli bir “kısır döngü”den bir türlü kurtulamıyor.
Oysa, çok değil birkaç yıl öncesine kadar, Libya’nın halkı “müreffeh” bir şekilde yaşarken, sözüm ona hür dünyanın amansız yumruğu ülkeye iniyordu.
Güya, “demokrasi getirme” gerekçesiyle yerle bir edilen Libya’nın harabeye çevrilmesinde, Türkiye’nin de yer almasını tarihin asla affetmeyeceği görüşleri, şimdi daha dillendiriliyor.
“Çölden gelen umut Kaddafi”nin azap dolu trajik günleri ve acı sonu insanoğlunu düşündürüyor.
Gerçekten de Kaddafi’nin, ne yazık ki başka kabileler tarafından “vahşi” bir şekilde hayatına son verilişi görüntüleniyordu.
Çocukları, bir bir feci bir şekilde öldürülürken ve soyu-sopu; hanımı, büyük oğlu ve bir kızı dışında adeta çöle gömülüyordu.
Kim ne derse desin, ne Libya ve masum halkı, ne de efsanevi liderleri Kaddafi’nin böylesine trajik sonu olmamalıydı.
İşin daha derin yönünü ise Libya ve halkının ile liderlerinin böylesine ortadan kaldırılmasında sözüm ona hür dünyanın etkin rol alması ve Müslüman ülkelerin seyirci kalması bazı Arap devletlerinin de “imhaya” yardımda bulunması gösteriliyor.
Bu arada, Türkiye’nin önce Kaddafi’yi destekleme göz boyaması ve sonra güya Libya’nın yeniden yapılanması için “imhada” bulunma gafletinde yer almasının tarihe nasıl geçeceğini de açık açık tartışmak gerekiyor.
Aslında, sözde “Arap Baharı” birçok liderin maskesini kısa zamanda indirmişse de, Orta Doğu’da ne yazık ki yılların “makus talihi” sürüp gidiyor.