"İnsanı yaşat ki devlet yaşasın"

Kitleler için önemli bir korku bu: "Biz gidersek aç kalırsınız" veya gerçek/hayalî fark etmesizin salınan düşman, işgal ve parçalanma korkusu…

Kendilerini 'devlet' olarak tanımlayan ve şahsî veya kurumsal bekayı 'devletin bekası'yla eşitleyen mantığın akıllıca taktiği!..

"Ben varsam sen varsın", "Ben gidersem sen de gidersin, en azından zarar görürsün", "Senin aç kalmamanın veya bağımsızlığını kaybetmemenin teminatı benim" duygusu, yönetme tekniğinin önemli araçlarından birisi…

***

Devletler, korkuyla mı, yoksa adalet ve hukukla mı yönetilmeli? 'Toplumsal rıza'nın meşru kaynağı 'endişe ve daha kötüyle savrulma korkusu' mu olmalı, yoksa 'bir arada yaşama duygusu, hukuk kardeşliği ve adâlete inanç' mı?

Meselâ Gezi olaylarını 'faiz lobisi' organize etmişti!.. Hükûmete göre bu bir kalkışmaydı, darbe teşebbüsüydü, Türkiye'nin milyarlarca doları uçup gitmişti... Vatandaş olarak, o failleri, yani 'faiz lobicileri'ni öğrenmek isterdik ama bu suçtan yakalanıp yargılanan 'faiz lobicisi' hiç görmedik!..

"Duvarlara zulüm 1453'te başladı diye yazdılar, işte zihniyet bu, işte bu" diye gündeme getirilen bir duvar yazısı vardı… Bu yazı propaganda da oldukça fazla işe yaradı!.. Ülkeyi yönetenler bu yazıyı iyi kullandı… Ama bizler bu yazıyı duvara yazan alçakları hiç görmedik!..

"Câmide içki içildi, görüntüler var" diye az yaygara koparılmamıştı!.. Güvenlik kameralarına yansımış böyle bir kaydı görmedik… Göreni de duymadık… Bu olaya en yakından şahitlik etmesi gerekenler imam ve müezzindi... Onlar da "Hayır, içki içilmedi" dediler... Peki onları aynı câmide görevlerine devam ederken görebildik mi? Hayır göremedik!..

Kabataş görüntüleri bankoydu!.. 'Yarı hayvan' şeklinde canlı türleri, bir partilinin başörtülü gelinine ve bebeğine karşı acımasızca saldırmışlardı!.. İşi daha da dramatize etmek için "Anne korkudan sütten kesildi" sosu katılmıştı... Önce "İnfial olmasın diye yayınlamıyoruz" demişlerdi... Sonra "Ben gördüm, bu Cuma, şu Cuma yayınlanacak" filan denmişti… Önce aylar, sonra yıllar geçti... O görüntüleri de göremedik!..

2014 Ankara şaibeli seçimleri öncesiydi… Yerel seçime iki gün kala güya CHP mitinginden dağılan bir grup, halk otobüsünün içindeki başörtülü kızları camlara vurarak taciz etmişti!.. Görüntüler tek kaynaktan organize biçimde Kanal A, Beyaz Tv ve Ülke Tv gibi kanallarda 'şok, şok, şok' anonslarıyla döndürülmeye başlanmıştı... Başkent'in ortasında yaşanan bu olayla ilgili bir polis müdahalesi, savcı takibi veya açılmış bir dâvâ olmuş muydu? Maalesef onu da göremedik!..

***

Hatırlatalım: Turgut Özal bu 'korkutma stratejisi'ni iyi kullananlardandı... Sürekli 12 Eylül öncesini hatırlatmış, "Ben gidersem, 12 Eylül öncesine döneriz" havası yaymıştı... Bu hava öyle etkili olmuştu ki, siyasî yasakların kaldırılması referandumunda 'evet'i savunan Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş cephesine karşılık 'hayır'lar yüzde 49.84 çıkmıştı...

"Geçmişe döneriz" korkusunun etkisiyle yasaklar az daha yerinde kalacaktı… Yasakları savunan Turgut Özal, tek başına partisi ANAP'ın genel seçim oylarının üzerinde oy toplamıştı...

Heyula üreterek 'eskiye dönme' korkusu yaymak, "Başörtüsünü yasaklarlar, camileri ahır yaparlar, adliyeye dinsiz ve mezhepçi hakim ve savcıları koyarlar, bankaları boşaltırlar, tüp kuyruklarını unutmayın" gibi sürekli tekrarları ince taktik…

'Korkutma'nın etkili bir silah olabilmesi için kitlelerde 'korku' ikliminin hâkim olması gerekiyor... 'Korkutulması gereken yığınlar'ın kaybedecek şeylerinin olduğunu sanmaları ya da var olanı fark etmeleri şart... Sonrası kolay zaten…

Gerçek olup olmamaları, toplumda giydirilen korkudan çok daha önemli değil!.. Vurur geçersin, ardından gerçek uçar, 'kutsal korku' kalır!..

***

Beka için biz yine 'adâlet'i önceleyelim ve Şeyh Edebali'ye kulak verelim: İnsanı yaşat ki devlet yaşasın…

Yazarın Diğer Yazıları