Hanefi Avcı’nın Haliç örneği
Hanefi Avcı, herkese içinde yaşadığımız düzenin koktuğunu haykırıyor; birileri bağırıyor; hayır kokmuyor!
Zaten Avcı da meselenin bu yönüne işaret ediyor. Ruhat Mengi, “Daha kitabı elime alır almaz beni ilk etkileyen bölüm ‘Haliç’te yaşayanlar’oldu. İstanbul’da görev yaptığı yıllarda evine giderken her gün Haliç’ten geçmek zorunda kaldığını, o günlerde Haliç çok kötü koktuğundan buna dayanamadığını anlatan Hanefi Avcı ’Haliç’te yaşayan insanların bundan hiç rahatsız olmadığını’fark etmiş” diyor.
Hanefi Avcı, “Onlar parklarda geziyor, yemek yiyor, hatta bir kısmı piknik yapıyordu. Bu durum bana çok tuhaf gelmişti. Demek ki kötü bir ortamda bulunan insanlar bir müddet sonra oraya uyum sağlayıp alışıyorlar ve bu ortamın çirkinliğini göremiyorlardı (...) Bir an için düşündüm acaba bu uyum sadece fiziki ortamla mı ilgiliydi, yoksa düşünceler, sosyal davranışlar, etik kurallar gibi toplumsal hayatı etkileyen unsurlar için de geçerli miydi?” dedikten sonra şöyle devam etmiş:
“İnsanlar uzun süre kaldıkları ortamda yanlışlıklara, hatalara ve bütün anormalliklere alışıyor, uyum sağlıyor. Türkiye için de aynı şey söz konusu. Hürriyetlerin kısıtlandığı, baskının hakim olduğu, yanlış ve mantığa uygun olmayan bir Türk idari sistemi, Türk toplum yapısı ve özellikle kirli, yozlaşmış bir kamu sistemi içerisinde uzun süre kalan ve bu atmosferi teneffüs eden insanlar, bizler hepimiz, bu ortamın kötülüğünü, pisliğini artık algılayamıyoruz. Haliç’teki pis kokuya rağmen piknik havası içinde yiyip içip oynayanlar gibi biz de bu pis ortama en ufak tepki koyamıyoruz; halbuki dışarıdan bakıldığında bu durum dayanılacak ve kabul edilecek gibi değil.”
Avcı, Cumhuriyet’te yayınlanan habere göre Türkiye’de yolsuzluğun esas haline geldiğini ancak en büyük usulsüzlüklere toplumun tepki göstermediğini belirtiyor ve şöyle diyor:
“Herkes biliyor ki bu ülkedeki ihaleler büyük oranda hileli. Bu ülkede tapu, trafik, gümrük gibi birçok kurum rüşvet batağında. Yolsuzluk ve usulsüzlük usul, esas haline gelmiş; adam kayırma, torpil, her türlü hile yaygınlaşmış. Toplumun çoğunluğu bu ülkede işlerin doğru ve dürüst yürütülmediğine inanıyor, ama en büyük usulsüzlüklere toplum tepki göstermiyor. Hile, fesat ve rüşvete en çok karıştığına inanılan kişi en fazla oyu alabiliyor; en rüşvetçi kişi en itibarlı kişi olarak kabul görüyor. Şuna inanıyorum ki bu ülkede rüşveti, irtikabı, ihaleye fesat karıştırmayı bir anda durdurmak, böylece tüm yolsuzlukları bir anda önlemek mümkün olsa ülkede ekonomi ve yatırımlar durur, devlet işleri kilitlenirdi.”
* * *
Aslında içinde bulunduğumuz duruma “zulme rıza göstermek” de denilebilir.
Yaşar Nuri Öztürk, “İmamı Azam” kitabında, şu anda yaşadığımız bütün meselelerin arkasında toplumun zulme rıza göstermesinin bulunduğunu söylüyor,
Öztürk, “Ülke ve uygarlıkların yıkımına, doğal dengelerin bozulmasına sebep olan zulüm, daima servet ve nimet şımarıklığı ile yan yana olmuştur. (11/116) Kur’an burada ‘servet ve refahın getirdiği şımarıklığa uymak’ deyimini kullanıyor. Zalimler bu şımarıklığın kurbanıdır.
Zulme rıza göstermek, zalime karşı çıkmamak da bir zulümdür. Kur’an’ın bu konudaki tavrının kısa ifadesi şudur:
İnsanın, zulüm ve zalimden başka düşmanı yoktur, olmamalıdır” diyor.
İşte Haliç gibi bütün Türkiye kokuyor ama her gün içinde yaşadığımız için fark etmiyoruz. Çünkü zulme rıza gösteriyoruz. Karşı çıkma işini hep başkasından bekliyoruz.