Göçebelik hayatından kalıcı devlet kurmaya
Halkla ilişkilerin eski Türklerde ve Osmanlı Devleti’nde nasıl olduğu, yöneten-yönetilenler arasındaki ilişkilerin nasıl yürütüldüğü, Emine Kazan tarafından kitaplaştırıldı. “Eski Türklerde ve Osmanlı’da Halkla İlişkiler” adlı kitap aynı zamanda tarihi, bir halkla ilişkiler uzmanının gözüyle yeniden yorumlamakta. Kitapta, günümüz halkla ilişkiler kurumları ile Eski Türk Devletleri ve Osmanlı Devleti’ndeki iletişim kurumlarının kıyaslanması da dikkat çekiyor. Emine Kazan, “Bu kitabın amacı iletişim tarihinde hak ettiği yeri bulamayan Eski Türkler, Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinde kullanılan halkla iletişim kanallarına dikkat çekmek” dedi.
Halkla ilişkiler yöntemlerinin örnekleri ile yer aldığı kitap Yakamoz Yayıncılık tarafından yayınlandı. 2007 yılında yayınlanan ilk baskısının ardından okuyuculardan gelen yorumlar üzerine genişletilerek yeniden yazılan kitap okuyucuları ile buluştu. Kısa sürede yeni kapak tasarım ile raflardaki yerini aldı.
Emine Kazan’ın yazdığı “Eski Türklerde Ve Osmanlı’da Halkla İlişkiler” kitabı dünyanın en iyi üniversitelerinin kütüphanelerindeki yerini aldı. Halkla ilişkiler uzmanı olan Kazan, mesleğinden geçmişe bakarak yaptığı kıyaslamalarla dikkat çekiyor. Halkla ilişkiler kavramının Osmanlı İmparatorluğu’nda nasıl olduğu, yöneten-yönetilen arasındaki ilişkilerin nasıl yürütüldüğü ele alan Kazan’ın kitabı Toronto, Oxford, Harvard, Michigan, Boğaziçi, New York, Stanford Üniversitesi gibi pek çok üniversitenin kütüphanesine girdi. Kazan’ın yazdığı kitap, TÜHİD Türkiye Halkla İlişkiler Derneği kaynak yayınları arasında yer aldı.
Emine Kazan, kapsamlı çalışması hakkında şu bilgileri veriyor:
“Tarih boyu göçebe yaşamı sürmüş Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi ve burada yüzyıllarca devlet olarak kalması, her açıdan hem ilgi çekici hem de hayret vericidir. Pek çok tarihçi için ise bu tablo, bir hazine görünümündedir. Türklerin tarihi araştırılırken, onların birbirleriyle kurdukları iletişimde, diğer milletlerden şaşırtıcı bir biçimde farklı davranışlar sergilediğini göz ardı etmek doğru olmaz. İşte, Eski Türkler, Selçuklular ve Osmanlı Devleti’nin yapısındaki hiyerarşinin, yöneten-yönetilen arasındaki mükemmel uyumla birlikte nasıl şekillendiğini yüz yıllarca ayakta kalmayı başarmış olan Türklerde halkla ilişkiler dişlilerinin nasıl çalıştığını ‘Eski Türklerde ve Osmanlı’da Halkla İlişkiler’ adlı kitapta bulacaksınız”
Yakamoz Yayınları Tel:(0212) 222 72 25
***
Doğuştan bilgi ile doğup geldi
Araştırmacı yazar Hüseyin Hakkı Kahveci’nin “Atatürk Diriliyor” adlı yeni kitabına takdim yazısı yazan Ergün Arıkdal ilginç noktalara dikkat çekiyor: “Mustafa Kemal Atatürk sadece bir kumandan, bir siyaset adamı değildir. Müthiş önsezileri olan ve enjekte bilgiye sahip bir varlıktır. Yani kendisi enkarne olmadan evvel yeryüzünde yapılacak olan bütün maddi işlemler hakkında açık ve seçik genel bilgiye sahip ve ilerleyişini temin edecek olan her türlü yolun da nasıl olması gerektiği hakkında ilkelere ve kurallara malik olan bir insandır. Doğuştan bilgi ile doğup gelmiştir. Sonra yeryüzündeki eğitimiyle, kendi varlığında mevcut olan, vazifesi ile alakalı her türlü bilgiyi kendi varlığında taşıyarak gelmiştir. Yaptığı iş, sadece tatbikatlar esnasında, uygulamalar sırasında hatırlamaktan ibarettir. Hiçbir kumandan kolaylıkla çıkıp da “Ben size ölmeyi emrediyorum!” diyemez. Türk askeri dışında da hiçbir asker böyle bir emri yerine getiremez!
*Yaratılışın başlatılmış olduğu saklı Mu’yu, dolayısıyla da Spatyum’u (Levh-i Mahfuz) betimleyerek veya betimleterek büyük sırlara vâkıf olması. *Ahaz’ın güneş saatinde oluşturulan Tanrı’nın ve Dünya Kralı Thotma’nın Felsefe kitabında yer alan geometriyi düzenleyerek ülkesine kazandırması. *Atatürk’ün Anka, Heron projesi olarak ileri sürülen ve Levh-i Mahfuz’daki aslına bire bir uyan Ka adlı çizimiyle ilmin bir nokta olduğunu, sonradan büyüyüp anlaşılmaz hale getirildiğini kanıtlaması. *“Yurtta sulh, cihanda sulh!” sloganı.• Devrimleri. • Laiklik fikrini benimseyerek, din ile devlet işlerini birbirinden ayırması.
Bu sayılanlar, Atatürk’ün gönderilmiş bir görevli olduğunun kanıtlarından birkaçıdır.
Destek Yayınları Tel:(0212) 252 22 42
***
HAFTANIN KİTABI
Suya hasret kalanlar için
Halil Ziya Doğruöz’ün kaleme aldığı, “Müzmin Susuzluk”u Adnan İslamoğulları şu veciz satırlarla sunuyor:
“Efendim biz güzeli nerede kaybettik?” diye soran şaire verilmiş en güzel cevaplardan birisi Müzmin Susuzluk hikâyesi.
Tanpınar’ın Bursası’ndan arta kalan güzelliklerin ayak izlerini sürebildiğimiz bir şehrin ve insanlarının hikâyesi aynı zamanda.
Nefes nefese kalınan, bitmek bilmeyen yokuşlarının ve taşlıktan ibaret kısa mesafeli çıkmaz sokaklarının içine sinen yüzlerce yılın kokusunu duyabileceğiniz bir hikâye Müzmin Susuzluk.
Bir yerlerden tanıyorum hissiyle yakınlık kurabileceği ve okuyucunun odasına doluşup sohbete başlayabilecekleri kadar sahici karakterleriyle insan hikâyesi.
Halil Ziya Doğruöz, Müzmin Susuzluk hikâyesi ile Bursa’ya ve Bursa’nın şahsında şehirlerimizde kaybettiğimiz güzelliklere de kitabında sonsuza kadar yaşama imkânı verdi…
Ötüken Neşriyat Tel: (0212) 251 03 50
***
Baki kubbede bir hoş sada…
Cemal Şafak Kazakistan’da Ahmet Yesevi Üniversitesi’nde Türkiye’den gelen arkadaşlarıyla birlikte görev yaptığı dönemi “Yesevi Ocağında 12 Yıl” adıyla kitaplaştırdı. Böyle bir albüm hazırlama düşüncesinin arkadaşlarından büyük destek görmesi sonucu kitabın ortaya çıktığına dikkat çeken Cemal Şafak, baki kalan kubbede bir hoş sada bırakmanın örneğini sunuyor.
***
KÜTÜPHANEMDEN
İnsanlığı duman kölesi yapanların kirli tezgahı
Sağlık eski Bakanı Bülent Akarcalı, sigarayla savaşını “Ölüm Tacirleri” adlı kitabıyla sürdürürken ülke sağlığını tehdit eden önemli tehlikenin arka planına ışık tutuyor.
Destek Yayınları’nın 2016’da okurla buluşturduğu kitapta Bülent Akarcalı sigara kartellerinin şeytani pazarlama stratejilerini, her türlü yasağa ve tepkiye rağmen, daha çok satacağım diyerek tüm insanlığın sağlığını çalma, yaşam sürelerini kısaltma pahasına sergiledikleri vicdansızlığı deşifre ediyor. Akarcalı, “İnsanları sigaranın kölesi haline getirmek isteyen bu çokuluslu şirketlerin sahip ve yöneticilerinin Amerikan, İngiliz ağababaları 1800’lerde 20 milyon Afrikalıyı köle diye satıp kullanırken mi acaba bu vicdansızlığa alışmışlardı?” diye soruyor.
Akarcalı, “En iyi tiryakiler bilirler, aldıkları her paket sigara karşılığında verdikleri paraların nasıl duman olduğunu, kendilerinin ve yakınlarının sağlıklarında ve hatta toplum sağlığında ne onulmaz yaralar açtıklarını, kaçakçının eline düşen sigara paketlerinin birer kurşun olarak Mehmetçiklerimize yağdığını ve tekrar yağabileceğini...” dedikten sonra şu değerlendirmeyi yapıyor:
Türkiye’nin, Türk halkının sigaraya karşı hep bir zaafı olmuştur. Geçmişte Fransızların kullandığı “Türk gibi sigara içmek” deyimi bu hazin tabloyu daha açık bir biçimde gözler önüne serer. Genç bir nüfusa sahip, hızla ilerleyen toplumumuzda sigara, insanlarımızın kişiliklerini ortaya koymanın bir yöntemi olarak kullanılmaktadır. (Ahmet Yabuloğlu)