Fehmi Koru’nun tarihi itirafı!

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, son görüşmemizde Türkiye’nin başına gelenleri çok net bir şekilde özetlemişti:
“Türkiye, Yalta Konferansı’nda ABD’nin etki alanına terk edilmiştir. Buna karşılık Doğu Avrupa da Sovyet etki alanı olarak kabul edilmişti. Amerikan askerlerinin bu anlaşmadan hemen sonra İsmet Paşa’nın yaptığı gizli anlaşmalarla Türkiye’ye gelmesi, hatta Meclis binasının duvarına bitişik bir şekilde karargâh kurmalarından da durum belli oluyordu. O tarihten sonra Türkiye, Amerikan yörüngesine girmiştir. Soğuk Savaş bittiği halde Türkiye bu yörüngeden kurtulamamıştır. Devletin kendisi ve silahlı kuvvetleri NATO üzerinden Amerikan etkisi altında iken bağımsız siyasi partilerin olması mümkün değildir.”

***

Türkiye’yi, kendi hesabına Avrupa Birliği yolunda destekleyen de ABD’dir. Öyle ki, 1990’ların sonuna doğru, bir Milli Güvenlik Kurulu kararı ile AB’ye giriş hedefi, hukuk dışı bir şekilde “devlet politikası” olarak karar altına alınmıştır.
Dolayısıyla gelen iktidarlar, hangi görüşte olursa olsun, halka verdikleri sözleri bir kenara bırakarak, daha doğrusu halkı kandırarak AB güdümlü politikaları uygulamaya devam etmiştir. Çünkü iktidar partilerinin hepsi devlet partisidir! Devlet ise ABD güdümündedir.
Gazeteci Fehmi Koru, bugünkü siyasi tartışmaları, AKP ile ilgili kapatma davasını ve Ergenekon soruşturmasını da içeren “Çatışmanın taraflarını doğru konuşlandıralım” başlıklı yazısında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeni dünya düzeninin “Türkiye Batılı bir ülke olacak” kararını verdiğini belirttikten sonra “Egemen güçler bu gelişmeyi yalnızca dört yıl geciktirebildiler. 1946 seçimlerine hile karıştırılarak CHP tek parti yönetimi sürdürüldü, ama 1950 Türkiye’yi demokrat raya oturttu. NATO’ya girişimiz, bütün Batılı kurumlarda ya kurucu ortak ya da üye oluşumuz hep o tarihten sonradır. O gün bugündür ara sıra patlak veren çatışmalar, arada meydana gelen sisteme müdahaleler, yeniden demokratik sisteme dönüş, tökezlemeler, ‘irtica’ kampanyaları, parti kapatmalar, kurulan yeni partiler, kavgası 1950 öncesine dayanan temel çelişkinin çatışmaların meydana geldikleri döneme yansımalarıdır” diyor.
Koru, Türkiye’nin bağımsız bir milli devlet olarak kalmasını isteyenlerin “Ortadoğulu kalsın” diyenler olduğunu iddia ettikten sonra günümüzde Batıcı bilinenlerin aslında Türkiye Ortadoğulu kalsın tezine sahip çıktığını, irtica ile suçlananların ise Batıcı olduklarını ifade ediyor.
Koru, bu çelişkiyi anlayanlar ve anlamayanlardan bahsederek asıl gerçeği şöyle itiraf ediyor:
“Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının farkı tam da bu noktada: Demokrat çizgideler ve ülke için doğru tercihin eksenden şaşmamak olduğunu da biliyorlar... Ara sıra tereddüt geçirseler, başka yönler kendilerini cezbetse bile, kısa sürede yönlerini doğrultabilecek bir uzgörüye ve esnekliğe sahipler.”
Burada eksenin ne olduğunu Fehmi Koru “Batılı olmak” diye gösteriyor. Kendisinin de belirttiği gibi bu durum, Türkiye’nin tercihi değil Stalin, Roosevelt ve Churchill’in kararıdır ve Türkiye, 1950 seçimleri ile Amerikan güdümüne girmiştir.
Fehmi Koru, işte bu Amerikan ekseni savunuyor. Aslında bu gerçeği itiraf ettiği için kendisine teşekkür etmek gerekir.
AKP içinden bakıp da eksenin Allah’ın ipine değil Amerika’nın ipine sarılmak, hatta bu eksenden şaşmamak olduğunu başka kim söyleyebildi bugüne kadar?

***

Ergenekon operasyonu, işte bu tespitin ışığında değerlendirilmelidir!
Sinanoğlu ile başladık, onun sözüyle bitirelim:
“Sömürge ülkelerde önce basın susturulur. Vatanı ve milleti için çalışan, yetenekli ve değerli insanlar bir kenara atılır. Onların yerine ilkel azınlıktan birileri, kilit noktalara yerleştirilir. 500 yıldır uygulanan bu politika değişmez. Türkiye’de de bu süreç başlamıştır ve devam edecektir.”
Ne zamana kadar?
Millet, yeni bir istiklâl savaşı vermek gerektiğini anlayana kadar!

Yazarın Diğer Yazıları