Ergenekon Destanı
Ergenekon Destanı Türklerin türeyişiyle ilgili bir destandır. Dolayısıyla Ergenekon kavramını kötü niyetle kullananlar Türk’e hakaret etmiş sayılır. Milletimizin adı olan Türk kelimesini kötü amaçlarla kullanmak ile milletimizin türeyişini anlatan Ergenekon kelimesini kötü amaçlarla kullanmak arasında bir fark yoktur.
Şimdi bir de Ergenekon Destanı’nın uydurma olduğunu söyleyenler çıktı. Küçük akıllarınca zihinleri bulandıracaklar. Hani Türkiye’de kendini aydın zanneden, okumadan âlim olduğunu vehmeden bazı kimseler var ya onlardan bahsediyorum. Onların okumadıklarını ben nakledeyim de herkes bilgi sahibi olsun.
Yalnız bu küçük akıllı aydınlarda bir de kompleks var. Kaynak, bir Türk bilgini olursa ona itibar etmiyorlar. Onun için ben yabancı araştırıcıları kaynak olarak vereceğim.
Köktürklerin doğu kanadı hakkında, en önemli araştırma, Liu Mau-tsai’nin “Die chinesischen Nachrichten zur Geschichte der Ost-Turken (T’u-kue)” (Wiesbaden, 1958) adlı eseridir. Bu çalışma, Ersel Kayaoğlu - Deniz Banoğlu tarafından “Çin Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri” adıyla Türkçeye çevrilmiş ve 2006 yılında Selenge Yayınları arasında yayımlanmıştır. Eserin orijinalinde ve çevirisinde “Köktürk/Göktürk” yerine “Türk” kelimesinin kullanılması yerindedir. Çünkü bizim Köktürk/Göktürk dediğimiz Türkler, kendi yazdıkları Orhun Anıtları’nda kendilerinden Türk diye bahsetmişlerdir. Anıtlarda 58 defa Türk, sadece iki defa Köktürk geçer. Nedense bizim tarihçiliğimizde 58 defa geçen Türk yerine iki defa geçen Köktürk benimsenmiştir. Çinliler de onları Tu-kyu diye adlandırmışlardır. Tu-kyu, Türk sözünün Çince söylenişidir. Çincede r sesi bulunmadığı ve n, ng sesleri dışında, hecelerin ünsüzle (sesliyle) bitmesi mümkün olmadığı için Türk’ü Tu-kyu şeklinde söylemişlerdir. Yani bazılarının sandığı gibi, Türk sözü ve milleti Cumhuriyet’le var olmuş değildir. 552-745 yılları arasında büyük bir kağanlık olarak hüküm süren atalarımızın adı da Türk idi. Bilindiği gibi 11. yüzyılda Kâşgarlı Mahmud da eserine “Dîvânü Lügati’t-Türk” adını vermiştir. Liu Mau-tsai, doğrudan doğruya Köktürklerle aynı zamana ait Çin kaynaklarını tercüme etmiştir. İşte bu kaynaklardan 629 tarihli Cou-şu’daki kayıt:
“T’u-küe’ler, Hiung-nu (Hun)ların özel bir ırkıdır. Soyadları A-şi-na’dır. Önce Hunlardan bağımsız bir kabile kurdular; ama daha sonra bir komşu ülkenin saldırısına uğradılar. On yaşında bir oğlan çocuğuna varıncaya kadar bütün kabile kılıçtan geçirilerek yok edildi. Düşman askerleri, oğlanın daha çok küçük olduğunu görünce, onu öldürmeye yürekleri elvermedi. Sonunda ayaklarını keserek, üzeri otlarla kaplı bir bataklığın içine attılar. Bataklığın içinde, bir dişi kurt vardı, çocuğu etle besledi. Böylece oğlan çocuk serpildi büyüdü, dişi kurtla ilişkiye girdi, kurt ondan hamile kaldı. Komşu devletlerin kralı gencin hâlâ sağ olduğunu öğrenince, adamlarını yeniden oraya gönderdi. Gelenler, gencin yanında dişi kurdu görünce, onu da öldürmek istediler. Bunun üzerine dişi kurt, Kao-ç’ang (Turfan) Devleti’nin kuzeyinde bulunan bir dağa kaçarak sığındı. Bu dağda bir mağara vardı, mağaranın içinde, üzeri otlarla kaplı alabildiğine geniş bir ova uzanıyordu. Yüzlerce li genişliğindeki ova dağlarla çevriliydi. Dişi kurt dağlara saklandı. Orada on erkek çocuk dünyaya getirdi. Oğlanlar büyüdüklerinde mağaradan çıkarak dışarıdaki kadınlarla evlendiler.”
Aynı dönemlerdeki bir Çin kaynağının adı da Sui-şu’dur. (Çinlilerin) Sui (sülalesinin) tarihi demektir. Liu Mau-tsai, 636 tarihli bu kaynağı da tercüme etmiştir. Rivayet hemen hemen aynıdır.Bu rivayetin sonunda, (başbuğları A-şi-na) “soylarını unutmak istemediklerini göstermek amacıyla da, çadırın önüne üzerinde kurt kafası bulunan bir bayrak astı” kaydı da vardır.
Çin kaynaklarında kayıtlı bu rivayetler, 1968 yılında bulunan Bugut Yazıtı’nda, taş üzerinde kabartma olarak da yer almıştır. Kabartmada bir kurdun altında elleri ve ayakları kesilmiş bir çocuk sureti vardır. Yazıtı, 1971 yılında Klyaştorniy ve Livşits, Rusça bir ilmî yayında tanıtmışlardır. Bugut Yazıtı, 572-581 yılları arasında Köktürk kağanı olan Tapar Kağan adına dikilmiştir.
Görüldüğü gibi Çin kaynaklarındaki rivayetlerde sadece ovanın adı (Ergenekon) ve demir dağın eritilerek ovadan çıkılması motifi yoktur. Gerisi Reşideddin ve Ebülgazi Bahadır Han rivayetleriyle tamamen aynıdır. Reşideddin’in eseri 14. yüzyıl başlarına, Ebülgazi’nin eseri 1663 yılına aittir. Yani Çin kaynaklarından biri 670, diğeri 1030 yıl sonradır. Birincisi Farsça, ikincisi Çağatay Türkçesiyledir.