Entertainment Treni
Geçen haftalarda bu köşede yayımlanan yazılarımda Oppenheimer ve Barbie hakkında düşüncelerimi paylaşmıştım. Her iki film de, hikâye anlatmada, filme çektirdiği hikâyeleri dünya sinemalarında birinci sırada pazarlamada liderliği başka bir ülke sinema sektörüne bırakmamakta mahir ve lider Hollywood ürünüdür. Hollywood bir başka ülke sinema sektörü ile mücadele etmeyi aklından bile geçirmez. Onu “dış ticaret ilişkileri takip listelerinden” takip edecek başka kurumlar vardır. Hollywood sadece ürettiği bir filmin bütün dünyada gişelerde başarılı olmasına ve liste başı kalmasına odaklanır.
Bu odaklanma öylesine nettir ki, Mesela, TBMM tarafından Türk filmlerinin ülkemiz salonlarında en az yüzde 25 oranında yer almasını emreden bir kanun çıkartıldığında, Hollywood hiç ses çıkartmaz ama ABD dış ticaret bakanlığı Türkiye’yi “izlenmekte olan ülkeler” listesine soktuğuna dair bir mektup gönderir. Bu mektubun mesajı ile Barak Obama’nın beysbol sopalı fotoğrafı anlam olarak aynıdır…
Oppenheimer ve Barbie filmlerinin gişede şampiyon olmaları ve bu sürenin şampiyonlukla tamamlanması ise ciddi bir PR gerektirir. Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada her iki film hakkında bağımsız film eleştirmenleri tarafından “öz”e ilişkin eleştiriler yapılır. Ama milyon dolarlık PR bütçesi olan ekipler, yerli “lay lay lomcu” medya mensuplarıyla seyirciyi özden uzaklaştırarak onları bir “entertainment treninde” tutmayı başarırılar: Oppie’nin torunu, Barbie’nin pembişleri, çekim hataları, yönetmenlerin sevgilileri veya sevmedikleri gibi ikincil hatta üçüncül konular medyada adeta birer konfeti yağmuru gibi sürekli patlar. Bazen bu da yetmez, bu tür masa başında türetilmiş haberler(!) ile havai fişek gösterisi bile yapılır.
Günün sonunda büyülenmiş seyirciler ordusu salonları doldurur. Peki, bunun karşısına bir tedbir ile çıktığınızda ne olur? Bakalım geçmişte neler olmuş, Ertan Tunç’un Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı (1986-2005) isimli kitabından aktaralım:
“ABD Ticaret Bakanlığı yetkililerince Dışişleri Bakanlığı düzeyinde gündeme getirilen konunun, Amerikan Film Pazarlama Derneği (Amerika Film İhracatçıları Birliği [MPEAA])'nin, ABD yönetimine müracaatından sonra başlatıldığı öğrenilmiş ve derneğin; kanun teklifiyle değiştirilmek istenen maddelerin eski haliyle "ABD'nin ticaret dengesine olumlu katkılar sağladığı", eğer "değişiklik yapılırsa ABD yönetiminin Türkiye'yi güçlü bir şekilde protesto etmesi gerektiği" ve "değişiklikler önlenemediği takdirde Türkiye'ye karşı misilleme uygulaması" yapmaya çağırdığı ifade edilmiştir.
(…)
ABD Dışişleri Bakanlığı'nca Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı ve Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı'na gönderilen yazılarda, ABD ticaret temsilcisi Carls Hills'in, konuyu IMF'nin yıllık toplantısı münasebetiyle Washington'da bulunan Devlet Bakanı Güneş Taner'e aktardığı belirtilmiştir. Dışişleri Bakanlığı'nca gönderilen yazıda, ABD Büyükelçilik yetkililerinin ifade ettikleri görüşler özetle şu şekilde anlatılmaktadır: "Edindiğimiz bilgiye göre, Türkiye'de 1986 tarihli ve 3257 sayılı Sinema Video ve Müzik Eserleri Kanunu'nda, film gösterileri ticaretinin kısıtlanması istikametinde tadilat yapılması hazırlıkları sürdürülmektedir. ABD hükümeti, anılan ticaretin, hükümet kotaları ve çoğaltma, elde edilen gelirlerin kullanımının sınırlanması gibi kısıtlamaların dışında tutulması gerektiği görüşündedir. Bu gibi önlemler ülkemizin bağlı bulunduğu serbest ticaret ilkelerine ters düşmektedir. ABD hükümeti, Türkiye'de ABD filmleri konusunda Fikir Mülkiyeti Hakları'nın, esasen yeteri kadar korunmadığı endişesiyle, 1988 tarihli Ticaret Kanunu'nun ‘Special 301’ hükümlerine göre, Türkiye'yi "izlenecek ülkeler" listesine dâhil etmiştir. ‘Special 301’ hükümleri, bildiğiniz gibi, genişletilmiş bazı karşı tedbirleri öngörmektedir. Örneğin ‘film çoğaltılmasının yasaklanması’ anılan bölüm gereğince, pazara müdahale telakki edilmekte, dolayısıyla karşı tedbir alınmasını gerektirebilmektedir. Kaldı ki, Türk mevzuatında yapılması öngörülen değişiklikler, ‘OECD Görünmeyen İşlemler Kodu’nun ruhuna uymamaktadır."
(…)
ABD'nin itiraz etmesine neden olan madde 4 ve madde 7 ise şu hükümleri taşımaktaydı: “Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı uyruklu veya sermayesinin yüzde 50'den fazlası yabancı sermaye olan sinema filmi ve video eseri yapımcısı, dağıtımcısı ve işletmecileri elde ettikleri hâsılatın yüzde 40'ını sinema sanayine harcamak mecburiyetindedirler. Sinema filmi ve video eserini Türkiye'de telif hakkı karşılığı pazarlayan T.C. uyruklu veya yabancı uyruklu gerçek ve tüzel kişiler, pazarladıkları bu eserlerden elde edilen hâsılatın yurt dışına transfer edilen miktarının yüzde 40'ını Türkiye'de sinema sanayinin gelişmesine katkı amacıyla kullanmakla yükümlüdürler. Sinema işletmecileri bir takvim yılı içinde her sinemada yüzde 25 oranında konulu yerli film göstermek mecburiyetindedirler. Bu oran, 1 Ekim-30 Nisan arasında yüzde 25, 1 Mayıs-30 Eylül arasında yüzde 25'den az olamaz. Türkiye'de gösterime giren yabancı sinema filmleri ve video eserleri Türkçe alt yazılı olarak gösterilebilir. Dublaj yapılamaz. Eğitim amaçlı sinema filmleri ve video eserleri hariçtir” [Türk Sineması, Amerikan Darbesi, Tercüman Gazetesi, 15.12.1989, İstanbul].