Devlet, siyaset ve ihanet
Demokrasinin vazgeçilmez en önemli unsuru siyasi partilerdir.
Türk tipi demokraside siyasi parti genel başkanlarını sadece delegeler seçer.
Her partinin yaklaşık 1200 delegesi vardır.
Genel başkan olmak için delegelerden yüzde 50+1 oy almak yeterlidir.
Peki, bu kadar çok parti varken Türkiye’de kaç lider vardır?
Toplumda milyonlarca kişinin beğenisini kazanarak partisini iktidara taşıyacak kaç genel başkan var?
2017’de Devlet Bahçeli’nin katkısı, Yüksek Seçim Kurulu’nun yasa çiğneyerek aldığı kararı ile Tek Adam Rejimi kuran da Erdoğan’dır.
2002’den 2018’e kadar parlamenter rejim ile hangi istediğini yapamadı ki Erdoğan?
Yapamadığı tek şey kalmıştı;
-Devleti ele geçirmek.
2018’den bugüne anayasayı tanımadan, hatta birçok kez çiğneyerek yargıyı siyasete alet ederek 2023 seçimlerine geldi.
Türkiye Cumhuriyeti’nde seçimleri tarafsızlıkla yapması gereken Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin tamamını kendi istediği isimlerden seçtirdi.
Erdoğan da çok iyi biliyordu ki kendi yazdırdığı anayasa 3’üncü kez adaylığına izin vermiyor.
Baktı ki, CHP, İYİ Parti ve de ittifak partileri kaderlerine razı şekilde şunu söylüyorlar;
-“Nasıl olsa YSK kabul eder. Erdoğan mağduriyetten başarı çıkartır. Biz seçimde yarışalım yenelim…”
İşte bu tarihî hata şu sonucu getirdi:
-Devlet, siyaset ve ihanet…
Muhalefet partilerinin liderleri anayasaya ve demokrasimize ihanet ettiler…
Bedelini Türk siyaseti gelecek yıllarda çok acı şekilde ödemeye devam edecek.
Çünkü anayasadaki cumhurbaşkanlığı seçim ilkesi sadece bir kere değil tam 3 kez yerle yeksan edildi YSK tarafından.
Birincisi;
16 Nisan referandumunda yasa hükmünü çiğneyerek mühürsüz ve geçersiz 2,5 milyon oy pusulasını geçerli sayıp sadece 1.378.322 oy ile Tek Adam Rejimini onay veren YSK’dır.
İkincisi;
İstanbul yerel seçiminde aynı zarftan çıkan 4 oydan üçünü geçerli sadece birini geçersiz sayarak Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini AKP adayı kazansın diye yasaya aykırı şekilde iptal eden de YSK’dır.
Üçüncüsü;
Erdoğan 3. kez aday olsun diye 101’inci maddesinin 2’nci fıkrasını yok sayarak anayasayı çiğneyen de YSK’dır.
Peki, muhalefetteki tüm siyasi partiler ne yaptılar?
YSK üyeleri hakkında ne işlem yaptılar?
Yargıtay ve Danıştay savcılıklarına suç duyurusu yaptılar mı? Hayır…
11 yüksek yargıcı kamuoyuna afişe edip sokağa çıkamaz hale getirdiler mi? Hayır...
Peki, anayasayı çiğnemek suç değil mi? Suç…
Anayasa, YSK üyelerini suçtan korumak için kalkan oluşturuyor mu? Evet…
Aldıkları kararlar yargıya taşınabiliyor mu? Hayır…
Adalet eski Bakanı Hikmet Sami Türk canlı yayınlarımda ve yazılarımda bana defalarca şunu söyledi;
-“Cumhurbaşkanı adaylarından bir tanesi Erdoğan 3’üncü kez adaylığa başvurursa ‘anayasanın 67. Maddesindeki Seçme, Seçilme ve Siyasi Faaliyette Bulunma Hakkı ile Temel Hak ve Özgürlüklerim YSK tarafından ihlal edildi’ gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi’ne ‘bireysel” olarak başvurabilir.”
Ne Kemal Kılıçdaroğlu ne de Sinan Oğan bu başvuruyu yaptılar mı? Hayır…
On binlerce kişiyi YSK kapısına yığarak Erdoğan’ın adaylığına karşı çıktılar mı? Hayır…
Kemal Kılıçdaroğlu’nun AKP devleti karşısında seçimi kazanamamasının temel nedeni şudur.
-Anayasanın çiğnenmesi…
Bugün Türkiye’de Erdoğan’ın durumunu şöyle tanımlıyorum ve tanımlamaya da devam edeceğim;
-Anayasal meşruiyeti olmayan seçilmiş cumhurbaşkanı…
Bugün Kılıçdaroğlu’na karşı bayrak açan Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel’e soruyorum;
-Anayasa hukuku uzmanı, CHP geçen dönem milletvekili Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, “Erdoğan’ın 3. kez adaylığı anayasaya aykırıdır” dediği zaman neden yalnız bıraktınız?
-Kaboğlu bu görüşü için mi CHP’nin 4 kişilik seçici kurulu tarafından aday yapılmadı?
-Haydi, Kılıçdaroğlu sessiz kaldı diyelim, peki sizler bugün genel başkanınıza karşı gösterdiğiniz tepkiyi Erdoğan’ın ve YSK’nın anayasayı çiğnemesine karşı neden göstermediniz?