Derin hırsızlık nerede biliyor musunuz?

Türkiye, uzunca süreden beri Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi soruşturmalarla meydana getirilen bir “cadı avı” sürecini yaşıyor. Medyadaki yargısız infaz memurları, bazı polislerden veya savcılardan aldıkları hiçbir hukuki delile dayanmayan iddiaları yayınlıyor, arkasından tutuklamalar geliyordu.
Şimdi süreç tersine döndü. Siyasi iktidarın önde gelenleri, sıranın kendilerine geldiğini anlayınca, bu defa medyadaki yandaş infaz memurlarını kullanarak, yedi yıldır cadı avı yapanları tutuklama kampanyası başlattı. İçişleri Bakanı Efkan Ala, usulsüz dinlemelere ilişkin 180’i aşkın soruşturmanın sürdüğünü, 150’ye yakın polisin görevden uzaklaştırıldığını söyledi.
Sadece usulsüz dinlemelerle ilgili 180 soruşturma! Peki ya diğer suçlar? Mesela “milli orduya, milli istihbarata ve hükümete kumpas kurmak” suçlarından soruşturmalar ne oldu?

***

Ümraniye soruşturmasını başlatan İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Zekeriya Öz, bu görevinden ayrılırken “Bu işleri tek başımıza yapmadık. Bu işin arkasında emniyet güçlerinin de emekleri var. Bu kadar iş yapılıyor, askerler de kanunlara saygı duyarak bu işlerin yapılmasına müsaade ettiler” demişti.
Son günlerde televizyonlarda “Bütün tutuklamaları liste halinde Başbakan’a sunuyorduk” iddiasında bulunan, İstanbul’un o dönemdeki istihbarattan sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer, Fatih Altaylı’ya “En büyük desteği Genelkurmay’ın kendisinden aldık. Pek çok bilgiyi, belgeyi hiç çekinmeden bizimle paylaştılar. Geçmişte yapılanlardan veya yapılmak istenenlerden rahatsız olan pek çok üst rütbeli subay, bize talep ettiğimiz her türlü belgeyi, bilgiyi sağladı. O destek olmasaydı, biz bu soruşturmalarda bu kadar ileri gidemezdik” diye açıklamada bulunmuştu.

***

O halde bu bilgilerin de ışığında konuyu temelden ele almak gerekir. Kumpas ne zaman başladı, TSK, emniyet ve yargı içindeki örümcek ağları ne zaman örülmeye başlandı? Bu soruların cevabı verilmeden gerçekler ortaya çıkarılamaz!
Balyoz’dan mahkum edilen kurmay albay Mustafa Önsel, “Silivri’de Firavun Töreni” adlı kitabının 148’inci sayfasından itibaren bize ışık tutuyor:
“Yıl 1986... O yıl 450 kişi sınavı kazanarak, Kuleli Askeri Lisesi hazırlık sınıfında okumaya hak kazandı. Öğrenciler okula devam ederken bir ihbar sonucu soruşturma başlatıldı. Soruşturmanın konusu, cemaat tarafından Türkçe sorularının çalındığı iddiasıdır. Yaklaşık 300 öğrenci Türkçe sorularının tamamını doğru cevaplamıştır. Yapılan incelemede Türkçe sorularının sızdırıldığı tespit edilir.
Okul idaresi işi büyütmek istemez. Nasıl tespit edildikleri bilinmeyen 10 kişi belirlenir ve onların okulla ilişkisi kesilir. Diğerleri ise okula devam eder.
Türkçe sorularının tamamını doğru cevaplayanlar içinde iddialara göre bir de kim var biliyor musunuz? Bizim Balyoz Davası’nın askeri bilirkişisi! Belki de soruların tamamını bileğinin hakkıyla doğru cevaplamıştır onu bilemem. Ancak mevcut durum ve iddialar böyledir.
1986 yılında Kuleli Askeri Lisesi’ne girenlerle ilgili bir bilgi daha vereyim! Bunların büyük kısmı haliyle Kara Harp Okulu’na devam etti. 1994 yılında da orayı bitirdiler. Bu devrenin en büyük özelliği TSK tarihinde en fazla kurmay subay çıkaran devre olmasıdır.”

***

Önsel, üniversite, Polis Akademisi, ALES, TUS, KPSS sınavlarındaki şaibeleri de hatırlatıyor.
Şaibeli sınavlarda soruların önceden bir gruba verildiği iddiaları örtbas edildiğine göre bugün Türkiye’nin devlet kadrolarının önemli bir kısmı, çalınmış sorularla okullara, memuriyete, hatta yargıya girmiş insanlardan oluşuyor!
Hırsızdan subay, hırsızdan polis, hırsızdan savcı, hırsızdan hakim olur mu? Böyle bir ülkenin adaletle yönetilmesi mümkün müdür?

Yazarın Diğer Yazıları