Cumhuriyetin kanı temizlenmelidir!
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun 86’ncı yılında, Washington ve Brüksel’in şefaatiyle, “gerçek ideali din imiş gibi davranan menfaatçi bir grubun” ve bölücülük hareketlerinin, insan hakları, din ve vicdan hürriyeti, demokrasi ve barış gibi kavramlar üzerinden toplumu yönlendirmesi ve neredeyse Hasan Sabbah’ın yalancı cenneti gibi bir Avrupa Birliği üyeliği vaat etmesi sonucu büyük darbeler almıştır.
A’dan Z’ye devletin her kademesi bu zihniyetin eline geçmiştir.
* * *
Devletin yasama, yürütme ve yargı erkleri, artık kendisine silâh çekenleri barış gönüllüsü, kendisini bu saldırılardan korumak isteyenleri de terörist kabul edenler tarafından yönlendirilebilmektedir.
Öyle ki, Meclis’i korumakla görevli polisler, Meclis’i ziyaret etmekte olan şehit yakınları ve gazilerin elinden Türk bayraklarını alabilmişler, neden sonra bu bayraklar sahiplerine iade edilmiştir.
O şehitler ve gaziler ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni korumak için canlarını ve kanlarını vermişlerdi!
Meclis’te böyledir de Cumhurbaşkanlığı katında durum nasıldır?
Teröristlerin, Habur sınır kapısından Diyarbakır’a kadar zafer kazanmış komutan havasıyla, bir siyasi partiye ait otobüs üzerinde gösteri yaptığı ve ellerinde PKK’yı temsil eden bayraklar, posterler bulunan onbinlerce kişi tarafından karşılandığı günlerin hemen sonrasında Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, Sırbistan ziyaretinde, 1699’da Osmanlı’nın çöküş sürecini başlatan Karlofça Antlaşması’nın imzalandığı kiliseyi ziyaret ederek ne yapmak istemektedir?
Türkiye’nin Başbakanı, kendisini 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda Amerika’ya davet eden ABD Başkanı’na “Ben sizi 4 Temmuz Amerikan Bağımsızlık Günü’nde davet etsem uygun düşer mi?” cevabını vermek yerine, Pakistan ve İran gezisi ile çakışma mazeretini gösterebilmektedir.
* * *
Böyle bir ortamda, kendi komutanının kullandığı ifadeyle “medya üzerinden asimetrik bir psikolojik savaş”a maruz kalan Türk Silahlı Kuvvetleri ise her geçen gün yıpratılmaktadır.
Genelkurmay Başkanı bu şartlar altında “Cumhuriyet, ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet nitelikleriyle ulusal birlik içinde huzurun ve mutluluğun da güvencesidir. Cumhuriyet, vatandaşlık esasına dayalı Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışıyla ulus-devlet yapısını sonsuza dek yaşatırken üniter devlet yapısıyla da Türk milletinin ve yurdunun bölünmez bütünlüğünün teminatı olmaya devam edecektir. Türk Silahlı Kuvvetleri, tarihten gelen sorumluluğu ve ’Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye’ bilinciyle sergilediği sağduyulu duruşuyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölünmez bütünlüğüne ve ulusal birliğine kast eden tüm çabalar karşısında, daima çelikten bir duvar gibi yükselecektir” teminatını vermektedir.
* * *
Ancak dış saldırılarla yıkılamayan o duvar, devletin her organına nüfuz etmiş kanserli hücreler tarafından içinden kemirilmektedir.
Millet, hastalığa neyin sebep olduğunu bilmemektedir. Üstelik, mevcut bağışıklık sistemi, Türk Milleti’ne düşman gibi gösterilmektedir. Buna, TSK’nın 28 Şubat ve 27 Nisan gibi süreçlerdeki yanlış davranışları da yardımcı olmuştur.
Bu saldırıya karşı artık aşı bile kâr etmez. Yapılacak iş bellidir.
Saldırıyı def etmenin tek çaresi, vücudun bağışıklık sistemini güçlendirmek, bunun için de kanı temizlemektir!
Kan temizlendiği zaman, kanserli hücreleri ortadan kaldırır.
Eş zamanlı olarak Türkiye’yi zayıf düşüren kanserli hücrelerin üretildiği merkezler, Türk Milleti’ne bütün açıklığı ile gösterilirse başarı kesindir.