Çarpıcı bir hayattan süzülen deneyimler
Bu kitap, damdan düşen doktoralı bir psikoloğun, düştüğü yerden doğrulurken kendine mırıldandığı şarkısının gözyaşı ve kahkaha dolu öyküsüdür... Yıl 2003'tü. O yıl haziran, temmuz ve ağustos aylarında Doğan Cüceloğlu'nun yoğun mu yoğun çalışma temposu içinde zaman ayırabildiği saatlerde toplam 14 görüşme yaptık. "Nehir söyleşi" tanımlamasına hakkını verecek biçimde gürül gürül bir nehirde rafting yaparcasına. Sorular anıları, anılar yeni soruları tetikledi. Hayatını anlattı. Apaçık. Kitap yayına hazırlanırken söyleşinin üzerinden bir yıl geçmişti. Hani kimi filmlerin sonundaki gibi kitabın sonunda "Bir Yıl Sonra" bölümüyle yer alan ve son durumu özetleyen iki görüşme daha gerçekleştirdiğimde bunu da sordum Cüceloğlu'na, "Bilim adamı kimliğiniz olmasaydı? Yine bu cesareti gösterebilir, bu kadar çıplak, zırhsız olabilir miydiniz sorularıma cevap verirken?"
Cüceloğlu, "Bir anı yazılıyor. 'Toplum bunu nasıl karşılar?' diye sürekli gerçekleri törpülemek; bu tutum acaba geleceğe ne kadar saygılıdır? Gerçeklere ne kadar saygıdır? Belki de o toplumun ihtiyacı olan, o duymak istemedikleri şeyler. Gelecek nesillere pencere, kapı açacak, insanların kendileri ile ilişki kurmasını sağlayacak olan…" diyordu. "Anlattım, çünkü belki de bir yerlerde birilerinin tam da o anlatılanları duymaya ihtiyacı vardır." O söyleşi Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan 'İnsanı Ararken' başlığıyla iki cilt halinde yayımlandı 2005'te. Aşağıda kimi bölümlerini alıntıladığım uzun bir önsöz yazmıştım:
"Ben kendime en yakın laboratuvarım" diyen Doğan Cüceloğlu'nun laboratuvarında büyütecinin altındaydı zaten hayatı. Diğer hayatlar da… Ben de bir yaz günü uzattım kafamı ve aynı merakla baktık merceğin altındakilere. Bir kalabalık, bir kalabalıktı. Hepsi de neredeyse birbirinin aynıydı. Büyüteci odakladı, "İşte Doğan" dedi. Küçüktü. Ölümün ne demek olduğunu o gün anlamıştı: Annesi hiç ama hiç gelmeyecekti bir daha, ha! Kalabalığın ortasında yorganını kafasına çekmiş ağlıyordu: Ne kadar da ıssızdı dünya! Mercek buğulanınca yeniden odakladı Cüceloğlu; bu kez yaz gecesiydi ve aynı küçük oğlan çocuğu bu kez damda yatıyordu. Başının üzerinde milyonlaaarca yıldız. "Akdeniz gecesi gökyüzü bu" dedi, "bilir misin?" "Hayır" dedim. Bir sorunun cımbızıyla damda yattığı yerden alıp, dağlar denizler aşırtıp, aşırtırken de yollarda başka kentlerde büyütüp, o küçük çocuğun yirmili yaşlarını çook uzakta bir başka kalabalığın arasına kattık. O uzak kıtada, Amerika'da, hem de daha ilk gece, lüks mü lüks bir otel odasına bırakıp, ne yapıyor diye baktık. Etrafına şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş gibi bakındı ve bir düğmeye dokundu. Dokunmasıyla birlikte müthiş bir şangırtı koptu ve neye uğradığını şaşırdı salavat getirerek. Kahkahalar içinde seyrettik. Sonra dışarı çıkarıp kalabalığın içine saldık. O şaşkın şaşkın yolunu bulmaya çalışırken, biz, şahsında yakın takibe aldığımız "insan"ı gözden kaçırmamaya çalıştık. Merceğin altındaki, gün oldu Boğaz'da son model gıcır gıcır bir Mercedes'in kapısından inip fedailer eşliğinde bir barın kapısından içeri girdi, gün oldu Toroslar'da ıssız köy yollarında bir türlü sözünü geçiremediği bir eşeğin ardı sıra toza toprağa battı, "Çerçiiii" diye bağırdı. Gün oldu Kırklareli'nde "ahu gözlü" bir kızın aşk acısından kafasını kazıttı, gün oldu Amerikan üniversitelerinde kürsüye geçti, karatahtalarına adını yazdı: Juejel-son! Gün oldu Emily adıyla tesadüflerin ağına tutuldu. Ağ yırtılınca ardından sır çıktı. Biz merceğin başındakiler birbirimizin yüzüne bakakaldık. Birimiz heyecandan dili tutulmuş, diğerimizse "tut şu dilini!" denilemez halde. Seyrettiğimiz, insanlık haliydi… İnsanlık hali…
Nasrettin Hoca damdan düştüğünde, "Bırakın doktoru" demiş, "bana daha önce kendi de damdan düşmüş birini bulun." Damdan öyle çok, öyle çok düşmüş ki Cüceloğlu (ne de olsa Hoca Nasrettin toprağından!) doktor olduktan sonra yazdığı, her satırı "yaşanmıştır" kaşesi taşıyan kitapları kapış kapış satılıyor, seminerleri hıncahınç. Umut dolu karşısındaki yüzler. O da karşısında yüzler olmasından dolayı umutlu.
Bu toprağın çocuklarından birinin, önce kentin aynasında sonra uzak bir kıtada, Amerika'da, farklı bir kültürün aynasında bıraktığı görüntüde kendisini ve kültürünü fark etmesinin kahkaha ve gözyaşı dolu öyküsü. Orada iken burayı seyrediyor olanca çıplaklığı ile. Burada iken de orayı… Sonra geçiyor bilgisayarın ya da mikrofonun ya da kameranın önüne, bilimsellikten taviz vermeden, ama akademik apoletlerini soyunmuş cümlelerle, nelerin farkına vardıysa anlatıyor.
Remzi Kitabevi Tel:(0212) 282 20 80
***
Yeni dünyada hayattan izlenimler
Prof. Dr Ahmet Sınav, "Ben Amerikadaykene" dizisinin ilk kitabı "Sürgünde Doğmak"ın ardından dizinin ikinci kitabı "Profesör Olmak"ı okurla buluşturdu:
36 yaşımda gidip, 12 yıl sonra döndüğüm Amerika'da hayat farklı yaşanıyor. Benzerlikler olsa da, insanlar farklı bakıyor hayata. Devlet farklı yönetiliyor, üniversiteler farklı üretiyor, hocalar farklı öğretiyor, camilerde ibadet farklı, mahallede komşuluk farklı, evde aile ilişkileri farklı, yolda trafik farklı, polisin suçluya yaklaşımı farklı, sosyal ilişkiler farklı, medeniyet anlayışı farklı, paranın kazanılması farklı, harcanması farklı, tasarruf edilmesi farklı…
Hemen her şey farklı oğlu farklı işte. Daha iyi veya daha kötü, daha güzel veya daha çirkin olduğunu değil. Sadece farklı olduğunu anlatmaya çalışıyorum bu kitapta. Ama bu farkın, onların dünyaya liderlik etmesine, bizim ise sadece o liderliğe arkadan bakıp çemkirmemizde önemli bir sebep olduğunu düşünüyorum. Çünkü onlar her şeyin sonunda ne getirip, ne götüreceğini hesap ederek kurmuşlar düzenlerini. Kanunlarını, kurallarını rasyonel bir temele oturarak yapmışlar ve uygularken de ona dikkat ediyorlar. Biz ise, daha eski ve köklü medeniyet olduğumuzdan olacak, zamanla eskiyen medeniyetimizi bir türlü yenileyememiş, rasyonalize edememişiz.
İşte, aradaki önemsiz görünen ama önemli olduğuna inandığım bu farklar insanımız tarafından fark edilsin istediğim için yazdım bu kitabı. "Farkları fark etmeye ve ettirmeye" bir nebzecik katkım olursa kendimi bahtiyar sayacağım.
POST Yayınevi Tel:(0212) 512 70 20
***
HAFTANIN KİTABI
Bütün sırlarıyla seçkinler okulu
Çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında kilit noktalara getirilenlerin Kartal İmam Hatip Lisesi mezunu olması, üstüne bir de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu N. Bilal Erdoğan ile aynı okulda veya sınıfta okumaları, bu insanları gerçekten ayrıcalıklı mı kıldı?
Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi, kendi aralarında verdikleri isimle "Harika İşler Şatosu", "Yeni Türkiye'nin" seçkinler okulu mu oldu?
Gerçekten de Kartal İmam Hatip Lisesi mezunları, kamuoyuna bölük pörçük yansıdığı gibi kilit noktalara getirilen, kurdukları şirketlerle dev ihaleleri alan ve milyonlarca dolar para kazanan AKP'lilerin seçkin çocukları mı?
Bu seçkinler, aslında örtülü bir yapının üyeleri mi?
Deneyimli gazeteci Serdar Akinan, "Kartal İmam Hatipliler" adlı araştırmasında, bu soruları yanıtlıyor ve bir büyük gerçeği, devlet aygıtını sarmalamış büyük bir ağı ortaya çıkarıyor.
Kırmızı Kedi Yayınevi Tel:(0212) 244 89 82
***
Türklüğü keşfetmek
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, "Kaynaklarda Türk ve Türkçe" kitabında, "Biz kimiz? Ne zamandan beri kendimize Türk, dilimize Türkçe diyoruz? Osmanlı döneminde insanlar kendilerine Osmanlı, dillerine Osmanlıca mı diyordu? Cumhuriyet döneminde mi Türk olduk? Şöyle de sorabiliriz: Türk adı bize Cumhuriyet döneminde mi dayatıldı? sorularının cevabını arıyor. Tarihin derinliklerinden 20. yüzyılın başlarına kadar kaynaklar taranmış, Türk ve Türkçe ile ilgili kelimeler tespit edilmiştir. Sadece Türkçe kaynaklarda değil yabancı kaynaklarda da ne zamandan beri bize Türk, dilimize Türkçe denildiği araştırılmıştır. Kaynaklar tek tek gösterilerek zihinlerde hiçbir şüpheye yer kalmamasına çalışılmıştır. Okuyucular bu eserde Türk ve Türkçe / Türk dili / Türkî kelimelerinin bir geçit resmini bulacaklardır. Sadece Osmanlı sahasında değil Türkistan sahasında da bu kelimelerin izi sürülmüş, Türklük en geniş çerçevesiyle ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu kitap sayesinde Türklüğümüzü yeniden keşfedeceğiz. Son cümle şöyle de olabilir: Bu kitabı okuyan okuyucular, Türklüklerini âdeta yeniden keşfedeceklerdir.
Bilge Kültür Sanat Yayınları Tel:(0212) 520 72 53
***
KÜTÜPHANEMDEN
Türk siyasi tarihinin son yüzyılına bakış
Yakın tarihimizin özellikle günümüzün 100 yıl gerisinden başlayan bölümü, hâlâ üzerinde çok şey söylenip tartışılan bir dönem. Bu dönem ile ilgili pek çok olay ve konu üzerinde mutabakat sağlanmış değil. Tarihî hakikati ortaya koymak adına farklı bakış açılarıyla yapılan farklı yorum ve farklı değerlendirmeler bu dönem üzerindeki tartışmalara katkı sağlıyor. Bu konudaki çalışmalardan biri de Süleyman Kani İrtem'in tefrika ve hatıralarından yola çıkarak Osman Selim Kocahanoğlu tarafından yayına hazırlanmış olan "Meşrutiyet Doğarken / 1908 Jön-Türk İhtilali" adlı eser. Üzerinde hâlâ merakla araştırmalar sürdürülen İttihad ve Terakki'nin siyasi ve örgütsel mücadelesinde bilinmeyen bazı hususlar bu kitap ile biraz daha aydınlatılmaya çalışılıyor. Kitapta kullanılan pek çok belge ve bilginin bu konuda daha önce yayınlanmış eserlerin hiç birinde yer almadığı dikkate alındığında eserin önemi daha da iyi anlaşılıyor. 1999 Temel Yayınları'ndan çıkan kitabın asıl dikkate değer tarafı ise, yazarının Meşrutiyet öncesindeki ihtilalci eylemlerin içinde bulunmuş gizli bir İttihatçı olmasıdır. Aynı zamanda Balkanlar'daki çeşitli kazalarda Abdülhamid yönetiminin kaymakamlık görevlerinde de bulunan yazar hakkında Osman Selim Kocahanoğlu şu bilgiyi veriyor:
"İttihad ve Terakki Cemiyeti, 1908 öncesinde gizli faaliyetlerini Selanik ve çevresinde yoğunlaştırır. Genç subaylar ve mülkiye memurları arasındaki taraftarlarını hızla artırmaya başlarken Süleyman Kani de bunlardan biri olur... Gizli İttihatçılığı onu 1918'de İstanbul Valiliği'ne kadar yükseltmiştir. Meşrutiyet sancısının doğurduğu toplumsal olayların perde arkası Süleyman Kani Bey'in sürükleyici kaleminden ilgiyle okunacak ve bazı yazarlar, bu konudaki eserlerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaklardır..." (Ahmet Yabuloğlu)