Bu adam, bu yazıları hangi cesaretle yazıyor?
1994 yılında, randevu alarak ziyaretime gelen bir meslektaşım, “Taksim’de öldürülen bir İsrail ajanı hakkında” benden bilgi isteyince şaşırmıştım. Haberi ben de gazetelerden okumuştum ve başkaca hiçbir bilgi sahibi değildim. Soruyu soran meslektaşım ise yazılarımı Milli Güvenlik Kurulu’nun yazdırdığını tahmin ediyor, dolayısıyla konu hakkında bilgim olabileceğini düşünüyordu! Oysa benim askeri hâkim olarak yaptığım vatani görevim sırasında tanıştıklarım hariç, o sıralarda bırakın generali, en alt rütbeden tek bir subay arkadaşım dahi yoktu.
* * *
Tabii ki yıllar içinde çok önemli haberler yaptım. Avrasya feribotunun kaçırılması sırasında bir tesadüf eseri, hatlardaki karışma sonucu, MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’ın telefonunu dinledim ve yazdım. Bu sayede ilgili kurumun telefon hatları değiştirildi. AKP kurulurken Tayyip Erdoğan’a Amerika’dan gönderilen gizli memorandumu ele geçirip bir ay doğru olup olmadığını araştırdıktan sonra emin olunca yayımladım. Abdullah Gül’ün Exeter Üniversitesi yıllarını açık kaynaklardan araştırıp yazdım.
Bask modelinden bahseden merhum Sakıp Sabancı’ya, bir milyon tirajlı bir gazeteden, “Türkiye’nin kaderi söz konusu ise servetinle birlikte sıfırla çarpılırsın” diye hitap ettim.
Koç’un desteklediği nüfus planlamasına ve Venizelos gemisini Karadeniz’de gezdirmesine karşı yazılar yazdım, yayımladım. Bülent Eczacıbaşı’nın desteklediği Doğu Raporu’na sert eleştiriler yönelttim. Rahmi Koç ve Bülent Eczacıbaşı beni toplantılarına davet etti ve kısa sohbetlerimiz oldu. Bunları da yazdım. Sabancı ile de cinayetlerden sonra randevu alıp 25’inci katta görüştük.
Devletin kuruluş felsefesine aykırı bulduğum bir konuşması sebebiyle, MİT Müstaşarı Şenkal Atasagun’a hitaben “Herkes haddini bilsin” diye manşet attım, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ü Kıbrıs meselesinde Denktaş’a baskı yaptığı için istifaya davet ettim!
Herhalde birileri dedi ki, “Bu adamın arkasında mutlaka derin devlet var, yoksa böyle yazılar yazamaz!”
* * *
Haber kaynaklarımı ve arkamdaki derin güçleri açıklıyorum: Araştırmalarımın ikisi hariç, tamamı açık kaynaklara, gazetelere, dergilere ve kitaplara dayalıdır. Tanıştığım okurlarım, zaman zaman önemli bilgiler gönderir. Gizli memorandumu da bana devlet vermedi. Aksine devletin bir kurumu bu belgeyi benden istedi. Yayımladıklarım dışında hiçbir bilgi ve belgeye sahip olmadığımı söyledim ve isteyen herkese İnternet’ten gönderdiğim gibi onlara da bir suretini verdim. Gerçek de buydu.
Bir defasında, Graham Fuller’in Kafkasya Konferansı’ndan sonra İstanbul’da kimlerle görüştüğünü öğrenmek için bir muhabir vasıtasıyla ilgili birimden bilgi aldım. Polisle ilgili bir araştırmam sırasında, Emniyet Teşkilâtı yardımcı oldu. Güneydoğu’da bir operasyona gazeteci olarak katıldım. Bir de Trabzon valileriyle, emniyet müdürleriyle zaman zaman ilin sorunları hakkında görüştüm. Bunları da yazdım. 30 yılda devletten aldığım bilgiler bunlardan ibarettir.
* * *
2001 yılında Tuncay Güney’e ağır işkence yapıldığı, benim adımın da önceden verilerek “Veli Küçük’ün istediği gibi yazı yazdırabileceği gazeteciler” arasında sayması sağlandığı kesinleşti. Bu, tam bir karalama ve iftiradır. Çünkü o tarihte Veli Paşa’nın yüzünü bile görmemiştim. Sorgucu polislere “Bu gazetecilerin adını söyleteceksiniz” diyen otorite kimdi acaba? Fincancı katırları mı yoksa?
Şu işe bakın, devletin bazı görevlileri, sekiz on yıldır bize bir suç isnat etmeye çalışıyor ama bulamıyor! Yok çünkü!
“Bu adam bu yazıları hangi cesaretle yazıyor” diye sizin aklınıza gelmiştir; Allah’tan, Türk Milleti’nin sağduyusundan, Anayasa’nın hepimize tanıdığı haklardan ve basın özgürlüğünden başka güvendiğim hiçbir merci ve dayanak yoktur!
Yanıldığım anlar elbette olmuştur ama Allah ve birlikte çalıştığım herkes şahittir ki bu satırların yazarına, bu güne kadar hiçbir güç odağı tesir edemedi, istediği yazıyı yazdıramadı!