Biraz daha kar savurtsunlar mı?
Ders gibi olduğu için o fıkrayı çok severim:
Köyün birisi kuraklıktan kavrulurken, kendi hâlinde gariban bir dervişin yolu o köyden geçmiş... O esnada da köylüler yağmur duasına çıkmışlar... Dervişi görünce aralarına almışlar... Birden yağmur yağmaya başlamış... Bunun üzerine köylülerin içindeki dalkavuklar dervişi o kadar övmüşler, o kadar övmüşler ki o gariban da havaya girmiş... Sonra geçmiş gururla karşılarına "İstiyorsanız biraz da kar savurtturayım" demiş...
Siyasette de durum aynı… Biraz havaya giren başlıyor “Kar savurtturayım mı?” demeye!.. Etraf siyasî mehdi dolu!.. Konuşmayı beceremeyen, burnunun ucunu göremeyen, varlığıyla dengeleri değiştirdiğini zanneden, yerinin asla doldurulamayacağını düşünen bir yığın kurtarıcı!..
Bu arıza sadece onlara ait değil… Onlarda sürekli keramet bulup pazarlayan ve sıradan bir kişiye nedeyse yarı-tanrı muamelesi çekerek aslında kendi düzenini sağlama alan ara sınıf ve itaat edecek yer arayan ahmaklar…
***
Sıradan fanilerin yağmur yağdırdığına ve istenirse kar savurtturabileceğine inanan kitleler ve inanmalarını sağlayan ara sınıflar, her türlü kötülüğün müsebbibidirler… Bu ilişkide en tepedeki her zaman daha masumdur!.. Bir süre sonra gerçekten kar savurtturabileceğine inanması, bu çarkın doğurduğu tıbbî sonuçtur!..
Onun için zaman zaman şu gerçeğin altını çizmeye çalışıyorum burada:
Sadece ülkeler değil, böyle düzenlerin hâkim olduğu daha küçük yapılar, ticarî işletmeler, kulüpler, odalar, partiler, cemaatler, dernekler de eninde sonunda batıyor... Yalakalar, yağcılar, dalkavuklar, uşaklar 'afyon' gibidirler ve sonuçta batışı hızlandırırlar...
'Yanlış'a nereden ve kimden gelirse gelsin 'yanlış' diyenlerin saygı gördüğü yapılarla, gemi göz göre göre kayalıklara doğru ilerlerken kaptana övgüler düzüp, sonra da bir kedi gibi sırtının sıvazlanacağı ümidiyle hayat sürenlerin egemen olduğu yapılar aynı olabilir mi?
Yapıların sağlığını test etmek için bakmak lâzım: Orada insanlar kendilerine nasıl yer açıyorlar? Omuzlarıyla mı, beyinleriyle mi? Yağcılık potansiyelleriyle mi, şahsiyetleriyle mi? Kral, diktatör, tiran, patron, genel başkan, şef, şeyh, önder, firavun vs. karşısında eğilme esneklikleriyle mi, dik duruşlarıyla mı?
İlk şıklar geçerliyse orada eğreti bir düzen tutturuluyor... Varlığınızı korumak için yağcılığınızın ve dalkavukluğunuzun dozajını hep üst düzeyde tutmak zorundasınız... Menfaatinizi ve bahşedilmiş makamınızı koruma arzunuza 'sadâkat' elbisesi giydirmeli ve sonra da onu 'şeref' olarak takdim etmelisiniz...
'Sadâkat' ve 'şeref' ilişkisinde bir de Shakespeare'e kulak vermek işinize gelmemeli: "İktidar dalkavukluktan hazzetmeye başladığı zaman şeref daima ayaklar altında ezilmiştir..."
Olsun, 'atıl' denildiğinde atılmak, 'tükür' denildiğinde tükürmek, ardından 'yala' denildiğinde yalamak durumundasınız ve işi pişkinliğe vurmaktan başka çareniz yoktur...
***
Nerede olursa olsunlar, bu tür düzenlere saygı duymak, itaat etmek zorunda değildir insanlar… Bu tip durumlarda sadâkat duygusunun hiçbir kutsallığı yoktur… Tam tersine sadâkat, geleceğimizi sabote eden bir tür kelepçedir, kendi ellerimize ve ayaklarımıza vurduğumuz…
Yapılar içeriden çürürken ‘şeyh uçuranlar’ o çürümeyi hızlandırırlar… O yapıların niteliğine göre, aksini düşünenler ‘hain, iş birlikçi, münafık, düşman, karşı devrimci’ gibi sıfatlara lâyık görülürken, kendilerini ‘günahtan arınmış kutsal bölge’de görenler işlerini hallederler!..
Her yerde görülen bu irili ufaklı işporta düzenlerine artık son vermek lâzım…