Bilim üzerine
Bilim kelimesi bilmek fiilinden türemiştir. Daha önce kullandığımız ve hâlen kullanmakta olduğumuz ilim kelimesi de Arapça “alime” fiilinden türemiştir; o da “bilmek” demektir. Demek ki hem Arapçadaki ilim, hem de Türkçedeki bilim, “bilmek” fiiline dayanmaktadır. Terim olarak “bilim” elbette bilmek kavramıyla ilgilidir; ancak bilim, laalettayin bir bilme işi değildir. Belli yöntemler uygulanarak ulaşılan ve sağlaması yapılarak doğrulanan bilgiler bilimi oluşturur. Yöntemlerden biri gözlemdir. Varlıklar ve olaylar gözlenerek onlar hakkında bilimsel bilgiye ulaşılır. Gözlem kelimesi gözden türemiştir ama gözlem sadece gözle yapılmaz. Diğer duyu organlarıyla ve teknolojik aletlerle de gözlem yapılır. Diğer bir yöntem deneydir. Tekrarlanabilir deneylerle olaylar ve sonuçları kavranmaya çalışılır. Gözlem ve deney, varlıkların, nesnelerin, kavramların, olayların tespit edilmesi demektir. Demek ki bilimin ilk işi tespittir. Tespitten sonra muhakeme başlar. Karşılaştırmalar, çözümlemeler ve terkipler muhakemenin çeşitli elemanlarıdır. Onlar vasıtasıyla rasyonel sonuçlara ulaşılır. Evrendeki her varlık, her nesne, her olay, insan zihnindeki her kavram bilimin konusu olur. Tersten ifadeyle “bilimin alanına girmeyen hiçbir şey yoktur” diyebiliriz. Önümüzdeki masa, bahçemizdeki çiçek, gökteki bulut, uzaydaki kuyruklu yıldız, zihnimizdeki sevinç kavramı, yürüme eylemi, konuşma eylemi, konuşurken çıkardığımız sesler, kelimeler, toplumlar, toplumların âdetleri, inanışları, savaşlar, yarışlar, yazılı metinler, yasalar... Aklımıza gelen her şey bir bilim dalının konusuna girer. Teknoloji, sanayi, bilgisayar vb. üretimler ilmî araştırmaların sonucu olarak ortaya çıkarlar ve ilmî araştırmaları kolaylaştırıcı, hızlandırıcı vasıtalar hâline gelirler. Sonra onlar da bizatihi bilimin konusu olurlar.
Son yıllarda bilim çağına girdiğimiz çok söylenir oldu. Aslında insanoğlu başından beri bilimle uğraşmıştır. Ancak insanlığın birikimleri, bilime gittikçe daha uygun anlamlar yüklemiştir. Buna bağlı olarak da daha farklı ve sağlam yöntemler geliştirmiştir. Bunların sonucu olarak ortaya çıkan teknolojiyle de ilmî araştırmaların hızı olağanüstü bir seviyeye ulaşmıştır. Bilim çağı kavramı işte bu olağanüstü teknoloji ve hız dolayısıyla ortaya çıkmıştır. Sebep ne olursa olsun, toplumların hayatında bilimin en belirleyici öge olduğu açık bir gerçektir. Bundan böyle toplumlar arasındaki yarışmaların sonucunu bilim belirleyecektir. Bilimde ileri giden toplum, diğer toplumların önüne geçecektir.
Bütün bunlara göre Türkiye’nin de en çok önem vermesi gereken konu bilim olmalıdır. Ancak ülkemizde bunun böyle olduğunu bir yana bırakalım, bunun farkına varıldığı bile şüphelidir. Bilim adamları, öğretim programları temel ve sosyal bilimler olan fakültelerde yetişir. Temel bilimler fen fakültelerinin, sosyal bilimler de edebiyat fakültelerinin programlarını oluşturur; yani bilim adamları bu fakültelerden yetişir. Ancak hepimiz biliyoruz ki en düşük puanlı öğrenciler bu fakültelere girmektedirler. Bu olgu, Türkiye’nin bir bilim politikası olmadığının en açık kanıtıdır.
Türkiye’de bilimin önündeki en önemli engellerden biri de son yıllarda çok yaygınlaşan cemaatler ve tarikatlardır. Bilimin temel şartlarından biri, ön yargıdan uzak olmaktır. Hiçbir ön kabul, bilim adamının ulaşacağı sonuçları engellememelidir. Cemaatler ve tarikatlar ise belli kabuller üzerine kurulmuştur; bu kuruluşların mensupları zihinlerini, önderlerinin iradesine teslim etmiştir. İradesini bir başkasına teslim eden, buna bağlı olarak birçok ön kabulü olan kişi ilmî araştırmalarda zihnini serbest bırakamaz. Bilim adamı olmak istemeyen veya bu istidadı taşımayan kimselerin bu gruplara girmesi önemli olmayabilir. Ancak cemaat ve tarikatlar ellerini okullara ve zeki çocuklara uzatmışlardır. İyi bilim adamı olma yeteneğine sahip binlerce çocuk, daha hayatlarının başında onların kucağına düşmektedir. Gençler kendilerini henüz idrak ettikleri bir çağda bir takım dinî önderlere bağlanmakta ve asla ön kabul istemeyen bilime daha baştan zihinlerinin kapılarını kapatmaktadırlar. Akademik hayata girip bir takım unvanlar alsalar da bu insanların yaratıcı olmaları, geniş bir ufka sahip bulunmaları, bilimde özgün sonuçlara ulaşmaları mümkün değildir. Tarikat ve cemaatlerin en büyük zararı işte budur. Kanunlara da aykırı olan bu tür topluluklar devletin bazı önemli mevkilerini de sarmış durumdadırlar. Bunun sonucu olarak da onları engellemek mevkiinde olan birçok makam sahibi onları koruyup kollamaktadır. Bilime gerçekten inanmış yöneticiler hâlâ varsa bir an önce bunun önüne geçmelidirler. Bilime önem veren bir yönetim, günün birinde iş başına gelirse temel umdesi şu olmalıdır: On yılda onbin birinci sınıfbilim adamı!