Bel hareketleriyle on derste darbe
“Ergenekon iddianamesinin eklerinden ’bel egzersizi’ şemaları çıktı.”
14 Eylül 2008 tarihli gazeteler
Yukarıdaki haberi okuyunca zihnimde bir hayal ülke canlandı. Adıyla birlikte: Tarabya. Ve Tarabya’yı karıştırmak isteyen bir hayal çete:
Son yıllarda Tarabya görülmemiş bir hamle içine girmişti. Varlıkları durmadan artıyor, ülke zenginleştikçe zenginleşiyordu. Bu yükseliş karşısında küresel sermayenin bile ağzı açık kalmıştı. Hiçbir ülkede, Tarabya’daki gibi yüzde 20 faiz uygulanmıyordu. Yabancı yatırımcı da kendisini çabucak toparlamış ve bu zenginliklerden pay alma yarışına girmişti. Paralarını zengin Tarabya’nın bankalarına cömertçe yatırıyor, birkaç ayda milyonlar kazanmanın mutluluğunu onlar da yaşıyordu. Birçoğu bununla yetinmeyip bankaları da satın almıştı. Ülkenin zenginliği o kadar artmıştı ki yabancı yatırımcının da varlığına varlık katmaya başlamıştı. Ülke; limanlarını, sahillerini, bankalarını, köprülerini satarak yabancıları bile zengin eder hâle gelmişti. Yöneticiler, içerdeki artı parayı nereye harcayacaklarını ise bilemez olmuşlardı. Belediyeler kamyon kamyon pirinç, fasulye, et alıp zengin halka dağıtıyordu. Bazı belediyeler de zengin mahallelere kamyonlarla kömür taşıyordu.
Tarabya’nın zenginliğinin en büyük simgesi, başbayanların parmakları ve gerdanlarıydı. Hiçbir “first lady” nin gerdan ve parmakları bu kadar parlak değildi. Başbayanları süsleyen inciler, yakutlar ve zümrütlerle hiçbir ülke yarışamazdı. Yalnız başbayanlar değil, başoğlanlar da Tarabya’nın zenginliğini çok iyi temsil ediyorlardı. Başoğlanlardan biri gemiciklerden bir filo kurmuş, armatör olmuştu. Bir başka başoğlan daha on yedisinde ticarete atılmıştı. Hele biri vardı ki bütün milleti mısıra ve yumurtaya doyurmuştu. Zenginlikler başbayan ve başoğlanlardan başdamatlara, başdünürlere de yansımıştı. Kâğıt fabrikaları başdünürlere, rafineriler ve medya kuruluşları başdamatlara satılmıştı. Onlar da, aziz millet de mutluydu. Yoksullar varsıl, borçlular alacaklı, hastalar sağlıklı olmuşlardı. Paralarını koyacak yer bulamıyorlardı. Herkesi bir bağış tutkusu sarmıştı. Bağış, bağış, bağış’85 Yöneticiler hemen organize olmuşlar ve milletin bağış tutkusunu da en olumlu kanallara kaydırmasını bilmişlerdi. Fenerlerle aydınlanan ülkenin ufuklarında yeni yeni şafaklar sökmüş, güneşin yedi rengi yedi kanaldan dört bir yanı ışıklara boğmuştu. Ülke ışıklar içindeydi; her köşede ışık evleri vardı; insanların yüzleri ışıl ışıldı.
Gelin görün ki aziz millet, bunu da çekemeyenler çıktı. Tarabya’nın zenginliğinin yabancılara bile yararı dokunmasını ülkeyi satmak olarak nitelemeye başladılar. Başbayanların, başoğlanların zenginliklerini çekemeyip onları çıkarcılıkla suçladılar. Zengini zengin eden belediyeler ise onlara göre halkı kandırıyordu. Ülkenin zenginliğini, halkın mutluluğunu çekemeyen bu mel’unlar sonunda bir çete bile kurdular. Burada sözü Tarabya’nın başyöneticisine bırakalım: Güzel ülkemin güzel hükümetini bir darbeyle devirmeye kalktılar benim aziz milletim! Şimdi size bu millî irade cellatlarının darbe planlarını anlatayım da biz nelerle uğraşıyoruz, siz de görün. Milletin mutluluğunu anlamayan bu gafiller, sevinçten sokaklarda bile misket oynayan insanların bellerini dimdik tuttuklarını görünce herkesin bel fıtığına yakalandığını düşündüler. Onlara göre milletin tamamı bel fıtığı olmuştu; bu yüzden kımıldayamıyor ve hain olarak niteledikleri hükümete karşı darbe yapamıyordu. Öyleyse ilk iş bel fıtığını tedavi etmekti. Bunun için çetenin bütün elemanları birer bel hareketleri şeması edindi. Önce sırt üstü yatıp sağ ayağı, sonra sol ayağı, daha sonra da iki ayağı hareket ettirmek lâzımdı. Ayağa kalktıktan sonra omuzları sağa ve sola hareket ettirmeli, boynu da 360 derece çevirerek başa hareket kabiliyeti sağlamalıydılar. Omuz hareketlerinin amacı, bakanlık kapılarını omuz darbeleriyle yıkabilmekti. Ayak hareketlerinin amacı, sert tekmelerle koltuklarımızı devirebilmek ve hain dedikleri bizlerin bir daha o koltuklara oturmamamızı sağlamaktı. Boyun ve baş ise sağlam olmalıydı ki bir, olmazsa iki kafa darbesiyle başarılı bakanlarımızı yere sersinler.
İşte böyle, benim aziz milletim! Ama gördüğünüz gibi bizim elimizden hiç kimse kurtulamaz. Bütün çeteyi kıskıvrak yakaladık ve en önemli darbe delili olan bel hareketleri şemasını da ele geçirdik. Ben bu davanın sonuna kadar davacısıyım. Davacı olmam kâr etmezse ben bu davanın savcısıyım. O da yetmezse yargıcıyım. Hiç kimse beni yolumdan döndüremez. Ne çeteler, ne medya patronları, ne de Nemçe’nin bilmem neleri! Beraber yürüdük biz bu yollarda; milletimle kol kola; incilerle, yakutlarla...