Batan gemiden medet uman kaptan: Abdullah Gül!
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye’nin büyük çoğunluğunun Avrupa Birliği sürecini desteklediğini, bazı marjinal gruplar haricinde, buna tüm siyasi partilerin ve grupların dahil olduğunu söyledi.
Öyleyse Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan’dan rica etsin de referanduma gitsinler. Bakalım Türk halkı, gerçekten AB sürecini destekliyor mu? Kim marjinal görelim!
Abdullah Gül’ün “tüm siyasi partiler” den kastı AKP, CHP, MHP ve DTP’dir. Bu üç parti kurumsal olarak gerçekten AB sürecini destekliyor. AKP’nin desteğinin sebebi, kendi yöneticilerinden birinin Birlik Vakfı’nda bir toplantıda açıkladığı gibi “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınmak” düşüncesidir. CHP ve MHP’nin gerekçesi, AB sürecinin Milli Güvenlik Kurulu’nda bir devlet politikası olarak desteklenmesidir. DTP ise “demokratik özerklik”, yani Türkiye’nin üniter yapısının bozulmasını ancak AB desteği ile sağlayacağını öngörüyor!
Bunun ötesinde bu partilerin tabanını oluşturan kitlelerin büyük çoğunluğu AB sürecine karşıdır!
* * *
Özal, Demirel ve Sezer dönemlerinde, Avrupa Birliği’ne katılmak, “devlet politikası” olarak ilan edildi. Bu dönemde görev yapan bütün başbakanlar ve Genelkurmay başkanları da bu politikayı destekledi. Ancak Avrupa Birliği’nin açık açık Türkiye’de etnik azınlıklar oluşturmayı, hatta Fırat ve Dicle’nin sularının uluslararası bir komisyon tarafından yönetilmesini hedeflediği anlaşıldı. AB’nin üniter bir Türkiye, hatta ulus devlet yapısına sahip bir Türkiye istemediği net bir şekilde ortaya çıktı. Hatta son Katılım Müzakereleri Çerçeve Taslağı’nın 11. maddesi, Türkiye’nin daha önce imzaladığı uluslararası antlaşmaların AB müktesebatı karşısında geçersiz olduğunu öngörüyor!
* * *
57. hükümet döneminin sonuna doğru, artık sanki bütün Türk halkı Avrupa Birliği’ne tam üyeliği arzuluyormuş gibi hiçbir ciddi araştırmaya veya gerçek ankete dayanmayan yönlendirmeler başladı. Başını TÜSİAD, Soros destekli TESEV ve İktisadi Kalkınma Vakfı’nın çektiği, medyanın büyük kısmının araç olarak kullanıldığı kampanya, AKP hükümeti döneminde ve Tayyip Erdoğan’ın Avrupa Birliği ülkeleri başbakanlarını ziyaretleri sırasında devam etti. Çünkü AKP, adına içeride bulamadığı meşruiyeti dışarıda arıyordu. Nitekim AKP’nin meşruiyeti hâlâ tartışmalıdır. Anayasa Mahkemesi bu partiyi laiklik karşıtı eylemlerin odağı olarak suçlu bulmuştur.
* * *
Devletin oluşumu ile ilgili felsefi tartışmalara girmeden de görebiliriz ki söz konusu devlet politikası, gerçekte iktidarın arka planını oluşturan seçkinlere, yani büyük işadamlarına, onlar da küresel güçlere dayanıyordu. Aynı güçlerin güdümündeki bölücü terör örgütü ve sözde siyasi İslam kuruluşları da AB bünyesinde yer almak için gayret göstermeye başladı. Kamuoyu, “peri masalları” ile yönlendirildi. AB’ye giriş halinde herkesin cebine nakit olarak para gireceği bile propaganda edildi. Ancak siyasi kriterlerin rengi belli olduğu zaman, devleti oluşturan kimi kademelerden, özellikle askeri çevrelerden ve siyasi anlayışını milliyetçilik veya ulusallık ideolojisine dayandıran partiler veya sivil toplum kuruluşlarından itirazlar yükselmeye başladı.
* * *
Bugün Türkiye’deki AB lobisinin dayandığı küresel sermaye, kendisiyle birlikte dünya ekonomisini de batırdı. Batı’nın bütün dayanakları yıkılıyor! Bu durumda Abdullah Gül, fırtınalı bir denizde gemisini kurtarmak için o sırada batmakta olan büyük bir gemiden yardım isteyen kaptan rolündedir! Marjinal bile değildir!