Atatürk'ün özel yanları...

Ahmet Haşim yazmış "Bize Göre"sinde... Bakalım neler yazmış:

"Yeni harflere dair ilk defa fikir teatisi için Dolmabahçe Sarayı'na davet edilenler içinde Gâzi'yi bizzat görmeye gidenlerden biri de bendim.

Heyecanım çoktu.

(...) Kapıdan bir ışık dalgası halinde giren teksif edilmiş (yoğunlaşmış) bir kuvvet ve hayat tecellisi ile birdenbire gözlerim kamaştı. Göz bebekleri en garip ve esrarengiz madenlerden yapılmış bir çift gözün, mavi, sarı, yeşil ışıklarla aydınlandığı asabi bir çehre... Yüzde, alında, ellerde bir sıhhat ve bahar rengi... Muntazam taranmış, noksansız, sarı, genç saçlar...

Altı yüz senelik bir devri bir anda ihtiyarlatan adamın çehresi, eski ilahlarınki gibi, iğrenç yaşın hiçbir izini taşımıyor. Alevden coşkun bir nehir halinde, köhne tarihin bütün enkazını süpüren ve yeni yeni bir âlemin meydana gelmesine yol açan fikirler kaynağı başı, bir yanardağ zirvesi gibi taşıdığı ateşe kayıtsız, mavi gök altında, sessiz ve gülümseyerek duruyor.

Kendi yarattığı şimşekli bulutlardan, fırtınalardan ve etrafına döktüğü feyizli çağlayanlardan yegâne müteessir olmayan, meğer onun genç başı imiş."

Afet İnan'ın "Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler" kitabından seçtiklerimle sürdürelim yazımızı.

İsmet İnönü anlatıyor:

"Atatürk'ü bir halk toplantısı içinde görmek hakiki bir zevk, müstesna bir fırsattır. Yarım saat içinde bütün durgunluklar gider. Taze ve canlı havanın neşesi her çehrede uyanır, asıl mühim olanı, toplantıda bulunanlarda birbirlerine karşı sevgi, geniş yürek ve bağlılık olmasıdır. Cemiyet fertleri birbirine ve hepsi Atatürk'e sarılmıştır ve bir kitle hâsıl olmuştur."

Ve Celal Bayar, Kurtuluş Savaşı günlerine dair anılarından bir bölüm:

"Zaman olurdu ki çok bunalırdık, ailelerimiz yanımızda değil, haber alamayız. Mecliste müzakere, münakaşa saatlerce sürerdi. Sonra Bakanlar kurulunda gece yarılarına kadar konuşma ve kararlar. Memlekette yer yer isyan hareketleri, padişah olumsuz, Avrupa düşman... Bütün bu durumlar karşısında, sonu ne olacak diye bir fikir buhranına kapıldığımız olurdu. Bu etki altında Mustafa Kemal ile görüşmeye giderdik. Birçok konuşmadan sonra Çankaya'dan aşağı inerken, biraz önceki ruh halinden sıyrılmış bir insan olurduk. Bütün işleri yalnız başına yapabilirim diye bir özgüven hâsıl olurdu."

Ve "Bütün Dünya Dergisi"nin Mart 2017 sayısında Kaya Boztepe'nin aktardığı bir anıyı ben de sizlere aktararak yazımı bitireyim: Balıkesir gezisindedir Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nda değerli hizmetler etmiş birisi huzuruna gelir ve bir davadan yargılandığını, haksız yere hüküm giydiğini belirterek, Atatürk'ün duruma müdahale etmesini ister. Dava konusunu Atatürk de bilmektedir, çok üzülür. Yanında bulunan bir Adliye Subayı'nı çağırır ve "Bunu düzeltiniz" der. O subay "Efendim, bütün yargısal aşamalar tükenmiş, hüküm kesinleşmiş, yapacak bir şey yoktur" diye görüş belirtince de, "Ama ben konuyu biliyorum, tanıklık edebilirim, yeniden yargılanabilir" diyerek, bu yönde girişimde bulunulmasını ister ve mağdur olan o kişiye dönerek "Neden daha önce bana gelmedin. Gelir o zaman tanıklık ederdim. Boş yere mahkemeleri de meşgul etmezdin. Her vatandaş hatta cumhurbaşkanı bile adalete saygılı olmak zorundadır" der.

İşte Atatürk'ün adaleti...

Yazarın Diğer Yazıları