'Asrın müjdecisi çocuklar' adına

80'ler…
Tufan yılları…
Yeniden yola çıkılacak bir dost bulunur mu umuduyla tıklanan kapıların yüzlere kapandığı utanç günleri…
Çelimsiz omuzlarına aldırmadan, hareketi yeniden ayağa kaldırmanın derdine düşmüş gencecik insanlara "Siz hâlâ bu işlerle mi uğraşıyorsunuz, bitti bu işler anlamıyor musunuz?" diye alaycı soruların sorulduğu zamanlar…
***
12 Eylül darbesinin ezici baskısı hüküm sürüyor… Yokluktan ve kimsesizlikten dolayı hem cezaevlerinde hem de dışarıda ağır bir dram var… Cuntanın adaletsizliğinden kaçan binlerce kaçak… Ve o ağır şartlarda bile 21. Asrın Türk asrı olacağına inanan ve bayrağın yeniden yükseltilmesi için hiçbir zorluğu umursamayan, sayılarını aldırmayan ve kararlı biçimde ayağını yere vura vura 'biz varız' diyen bir gençlik…
Kiminin korkudan, kiminin Turgut Özal'lı 'transformasyon yılları'na kapılmasından dolayı ülkücü hareket tamamen yalnızdı… 'Ben varım' diyenler adeta cüzzamlı muamelesi görüyordu… Sınırlı sayıda insan ancak birbirine tutunarak, birbirlerinin yarasını sararak, zorluklar içinde doğrulmaya çalışabilirdi…
***
O 'kara tarih'in yazıldığı 'korku ve ümit' yıllarında taşın altına sadece elini değil vücudunu koyan en önemli isimlerden biriydi Suat Başaran
En yakınlarının bile selâm vermeye korktukları kaçaklar için bir yandan yurt dışına çıkışlarını organize eden, diğer yandan Bizim Ocak üzerinden yeniden teşkilatlanmak için hesapsızca koşturan adamdır Suat Başaran…

'Dünyayı ocak, ocağı ise dünya bellediğimiz' yıllarda teşkilat, Gençlik Kültür Sanat Ocağı adı altında dernekleşince Genel Başkan'ımız oldu… Makamları çok sevmediği için çok geçmeden kardeşi rahmetli Ali Metin Tokdemir'e, rahmetli Alparslan Türkeş'in onayıyla başkanlığı devreden de oydu…
80'lerde yazıp da ismini koymadığı şiirlerin adamıdır Suat Başaran… "Başucumda yağlı kement /ruhuma kelepçe geçmiş/ her devir bir kurban seçer ya hani/ bu devir de beni seçmiş... Dünyaya son kez bakarken/ ellerimi semâya kaldırıp/ haykırmak istiyorum/ lâkin bağlı ellerim/ sesler düğümlenir boğazımda/ kanlı meydanlara akar hayallerim...

Hayallerim kan göllerine dalar/ bir yiğit görürüm ıslak kaldırımda/ ve ölümler, ölümler, ölümler/ Gözlerimin önüne kıpkızıl bir dünya serer... Kırmızı gül yârin dudağını hatırlatır on beşindeki gence/ Bizler hep ölümü hatırladık kırmızı denince...
Koştuk mu, koşturulduk mu/ bilmiyorum/ Ne yükler yüklendi çelimsiz omuzlarımıza/ Ama inandık asrın müjdecisi çocuklar olduğumuza/ Belki kırlarda çiçek toplayamadık/ Belki yârimiz olmadı çiçek verecek/ Ama ölümüne sevdalandık vallahi/ Vallahi solduk hasretin şiddetinden/ Çiçek çiçek...
Analarım babalarım/ Ah garip, yetim, sabiler/ Kaç akşamlar Allah'ım/ Kaç akşamlar yaşlı gözlerle/ Yolları gözlediler... Bir Eylül sabahı, bir ana kesit/ Bir düdük/ Haramiler bastı kervanımızı/ Kan göllerinde yüzdürüldük...
Şimdi kan gölünün ortasında/ beyefendiler oturur/ yüzü kapalı bir adam/ sandalyeme tekme vurur..."
***
Kendi şiirindeki gibi yine sandalyesine tekme vuruldu Suat Başaran'ın… O gün sandalyeye tekme vuranlar farklıydı, bugün farklı… O gün de yıkılmadı, bugün de yıkılmayacak…
Alaycı gözlerle süzüldüğümüz yalnızlık yıllarında ateşe avuç avuç su taşıyan idealist bir neslin ağabeyidir o… Merkez sağ kapılarında, papatya gölgelerinde kendilerine siyasî ikbal arayanlara inatla var olan nesil, onun hakkını kıyamete kadar koruyacak takdir edecektir…
Kimileri bu gerçeği karartmaya çalışabilir… Kimileri hatırlamayabilir… Ama Pir Sultan Abdal'ın o dizesindeki gibi her şey: "Kula gölge ise Allah'a âyan…"

Yazarın Diğer Yazıları