Asker üzerinden siyasi çıkar yanlışı
Siyasetçilerimizin, siyasi çıkar sağlayarak oy alabilmek için her alanı, sonucu neye varırsa varsın, düşünmeden kullanmayı alışkanlık haline getirdikleri görülmektedir. Bu alanlardan asker konusunu, geçmişte istismar edilerek siyasi rant sağlandığı için, en verimli alan olarak gördüklerine, hatta bu konuda birbirlerine üstünlük sağlayabilmek için kıyasıya bir mücadeleye giriştiklerine de şahit olunmaktadır.
Asker konusu darbeyle özdeşleştirilmekte, mevcut durum itibariyle darbeye ilişkin herhangi bir emare, bir ortam, bir niyet olmamasına rağmen bu konu üzerinden asker yıpratılmaya çalışılmaktadır. Bu konuda asker ise, tam aksine, darbenin ülkeye yarar sağlamadığını, sıkıntılar yarattığını, bunu düşünmenin, akıldan bile geçirmenin mümkün olmadığını ısrarla ifade etmesine rağmen, siyasiler, elde etmek istedikleri rantı olumsuz etkileyeceği düşüncesiyle bunlara itibar etmemekte, görmezlikten, duymazlıktan gelmektedir.
ABD RAND düşünce kuruluşundan CIA eski yöneticisi ve Dışişleri Bakanlığında da görevli Graham FULLER’in “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabında Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti’ni mukayesesinde; Osmanlı İmparatorluğu’nun çok ırklı devlet olmasından dolayı ırklara, çeşitli dinlerden insanları bir arada bulundurduğu için de dinlere saygılı ve aynı zamanda ılımlı bir İslam devleti olduğunu belirtmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ise; tek uluslu devlet olduğu için bünyesindeki ırkları erittiğini, laikliği benimsediği için dinden uzaklaştığını, cumhuriyeti kutsallaştırdığını ifade etmiştir.
Fuller ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini oluşturan Kemalizm’i kötülemiş ve bunu terk ederek ılımlı İslam’ı benimsemesini önermiştir. Ilımlı İslam’ın, Kemalizm’i silmeye yönelik bir karşı devrim ve bu devrim karşısındaki tek gücün de TSK ve ulusalcı (milliyetçi) aydınlar olduğunu belirterek bunların tasfiye edilmelerinin gerektiğini belirtmiştir. Diğer taraftan AB’nin de buna benzer yaklaşımlar sergilediği gözlemlenmiştir.
Türkiye’deki birkaç yıllık gelişmelere bakıldığında, yaşananların bu düşüncelerle paralellikler gösterdiği görülmekte, bu durum bizi, içteki gelişmelerin, dış güçlerce yönlendirildiği sonucuna götürmektedir.Yaşanan olaylar; askerin, ülkenin gerçekleştirilmeye çalışılan değişim ve dönüşümünü engellememesi için etkinliğinin kırılması, milletin ona olan sevgi ve güven duygusunun zayıflatılması, bunu gerçekleştirebilmek için de onun itibarının yok edilmesine yönelik beyanlarda bulunulması ve eylemlerle de fiili durum yaratılması düşüncesiyle hareket edildiği kanaatini oluşturmaktadır.
Ayrıca demokratikleşmede, sanki bütün kurum, kuruluş ve kuralların demokrasi konusunda bir eksikliği yokmuş gibi, demokrasi ve özgürlüklerin yok edildiği bir ortamda, sadece TSK’nın konumu hususunda bir seri uygulamalardan söz edilmektedir. Bu gelişmeler, Türkiye Cumhuriyeti Devletini tasfiyeye götürecek olan değişim ve dönüşümde var olduğu düşünülen TSK engelinin, ortadan kaldırılmaya çalışıldığı şeklinde değerlendirilmektedir.
Ayrıca askerlik sistemi konusunda da, ülkenin bulunduğu coğrafya, jeopolitik durum, tehdit algılaması, kuvvet ihtiyacı, nüfusun özellikleri, psikolojik, sosyolojik, kültürel ve ekonomik veriler üzerinde geçerli bir inceleme yapmadan sırf siyasi rant sağlama düşüncesiyle beyanlarda bulunulduğu da gözlemlenmektedir. Vatandaşa yanlış bilgi ve ümitler verilmektedir. Uygulanma mecburiyetinde kalınması halinde, ülkenin güvenliğinin ve moral değerlerinin zarar göreceği hesaplanmamaktadır.
Askerler üzerinde oluşturulan ve gittikçe yoğunlaşan idari ve hukuki baskıların neticesinde askerin reaksiyon göstererek, beyanda bulunmasının ve bunun da siyasi ranta dönüştürülmesinin hesaplandığı düşünülmektedir. Askerin de hukuka ve demokrasiye olan inancı ve saygısından dolayı bunlara karşılık vermemesinin, bazı siyasetçileri ve onların yandaşlarını daha da hırçınlaştırdığı, buna paralel olarak, itibar zedeleyici söylemleri gittikçe tırmandırdıkları gözlemlenmektedir. Hatta bunu, geçmişten gelen kin ve intikamın sonucunda söylenen çeşitli zedeleyici ifadelerin yanında, önceki askeri müdahaleyi yapanlardan vefat etmiş olanların dahi mezardan çıkarılıp yargılanması gerektiğini söyleyecek kadar ileri götürdüklerine şahit olunmaktadır.
TSK’nın; milletin ordusu olduğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı, bütünlüğü ve güvenliğini sağlamanın ötesindeki diğer konuları teferruat olarak nitelediği, ulus devlet, üniter devlet, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti ile Atatürk milliyetçiliği ve devrimlerinden yana olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle Türk Milletinin ona sahip çıkması, milli menfaatlerimizin gereğinin yanında aynı zamanda milli bir görev haline gelmiştir.