Suriye açılımı ve İsrail
İsrail’in saldırıları artık Hamas ve Gazze’ye olmaktan öteye geçmiş, Gazze’yle birlikte kendisine tehdit olarak gördüğü Hizbullah’a, bu kapsamda Lübnan güneyine ve Beyrut’a, Suriye içindeki İran destekli gruplara da yönelmiş ve şiddetini de arttırmıştır. Yemen’deki Husiler’e karşı da saldırılarda bulunmakta, ancak bu saldırıların önemli bir kısmının icrasını ABD ve İngiltere’ye devretmiş durumdadır. İran’a da cevabi bir saldırı yapması beklenmektedir. Bunun nereye yapılacağına ilişkin ABD’yle istişarede bulunmakta ve planlama yapmaktadır.
Görüldüğü üzere İsrail arkasına aldığı destekle birçok cephede saldırılarını devam ettirmektedir. Durması ve durdurulması için, mevcut durum itibarıyla herhangi etkili bir girişim beklenmediği gibi, olsa da İsrail’in durmayacağı anlaşılmaktadır.
Saldırıların esası hava taarruzları
Saldırıların ağırlığı hava kuvvetlerindedir. İsrail’in; ABD’nin desteğiyle güçlü bir duruma ulaşan ve sınırsız bir mühimmat desteği aldığı hava kuvvetleri vardır. Hedefler için kendi istihbarat kapasitesine ilaveten ABD ve NATO imkânlarını da kullanmaktadır. Tehdidi bertaraf etmek için bölgedeki sivilleri dikkate almamakta, sorumsuzca ve canice saldırılarına devam etmektedir. 07 Ekim 2023’den bu yana 50.000’e yakın insanın ölümüne neden olmuştur.
Kara operasyonlarına, bölgedeki tehdit olarak gördüğü gücün hava kuvvetleriyle iyice zayıflatılması ve bölgedeki canlı cansız her şeyin yakılıp yıkılmasından sonra başlamakta, katliamlarını hava destekli kara kuvvetleriyle sürdürmektedir.
Batı Şeria’da Filistinliler üzerindeki baskıyı arttırmıştır. Gazze’de operasyonlar havadan ve karadan devam etmektedir. Buraya tahsis ettiği kara gücünü azaltarak sıklet merkezini Lübnan güneyine kaydırmış, buraya ancak 3 tümen tahsis edebilmiş durumdadır. Mevcut kara kuvvetleriyle birden fazla cephede etkin olması beklenmemelidir.
Millî güç unsurlarından siyasi, ekonomik ve askerî gücü ABD ve İngiltere’nin desteğiyle ayaktadır. Nüfus, coğrafya ve psiko-sosyal güçleri ise yeterli değildir. Çevresindeki ülkeler ise, “Ulus Devlet” anlayışına sahip olmayan, varlıklarını, hatta hanedanlıklarını ABD ve Batı desteğiyle sürdürebilen kırılgan ülkelerdir.
İsrail böyle bir ortam içinde, ABD seçimindeki Yahudi etkisine de güvenerek, “güvenlik tehdidi” bahanesiyle, hiçbir uluslararası kurala uymadan canice, sınır tanımayarak fütursuzca insanlara ve ülkelere saldırmaktadır. Durduğu takdirde uluslararası hukukun ve yargının, hatta iç siyasetinin harekete geçebileceğini düşündüğünden, savaşı genişletmeye ve uzatmaya çalışmaktadır.
Hava tehdidine karşı önlem
İsrail’in karşısına aldığı kuruluş veya ülkelerin hava kuvveti ya hiç yoktur ya da gücü etkin değildir veya kullanma iradesi yoktur. Karşılarındaki güçler, boks maçında elleri kolları bağlanmış boksörler gibidir. Bu durumda sığınaklara girerek korunmakta, siviller ise kaderleriyle baş başa bırakılmaktadır. Bu etkiyi en azından biraz azaltabilmek ve saldırganı çekincede bırakabilmek için girişimde bulunma ihtiyacı vardır.
Bu girişimlerden biri olarak, karşı tarafın hava üsleri karadan sızmalar, baskınlar, havadan roket ve füzeler vasıtasıyla baskı altında tutulmalıdır. Fırsat çıktığında kullanılmak üzere alçak irtifa füzelerine sahip olunmalıdır. Hava savunma sistemine ve hava kuvvetine sahip olan ülkeler ise, ülkelerini koruma gayreti içinde olmalıdır.
Suriye’ye hava saldırısı
Suriye de İsrail’in tehdidi altında bir ülke olup, sürekli olarak hava sahası ihlal edilmekte ve Suriye içindeki İran destekli gruplara yaptığı saldırılarla karşı karşıya kalmaktadır. Suriye’nin bir kısım hava sahası ABD’nin, bir kısmı Rusya’nın, bir kısmı da kendisinin kontrolü altındadır. Saldırıların Rusya ve Suriye kontrolündeki hava sahaları içinde olduğu dikkate alındığında, İsrail’in elini kolunu sallaya sallaya gelip bu bölgelerde serbestçe hava saldırıları yapmasına engelleyici girişimlerde bulunulmayışı yadırganmıştır. Özellikle Lazkiye’ye yapılan saldırıya hiçbir önlem alınmaması hayretle karşılanmıştır.
Bu durum, Suriye’nin eksikliği kadar Rusya’nın da eksikliğini göstermektedir. Suriye egemen bir ülke olduğunu iddia ediyorsa gereğini yapmalıydı ve Rusya da hamiliğini ve etkisini göstermeliydi.
Suriye-Türkiye diyaloğunun önemi arttı
Suriye’nin, Türkiye’yle diyalog içine girmesi ve iş birliği içinde olmasının önemi gittikçe artmıştır. Artık bu konu Suriye için beka sorununa çare olma durumuna gelmiştir. Bu diyalog iki ülkenin de çıkarına olduğu gibi, bölgenin istikrarı ve güvenliği için de önemlidir. ABD ve İsrail çıkarları gereği bu diyaloğa karşıdır.
Öncelikle Suriye’nin, BM son toplantısında olduğu gibi, Dışişleri Bakanımızın konuşacağı sırada heyet olarak toplantıyı terk edip, konuşma bittiğinde geri dönmeleri şeklinde yakışıksız tutumlardan vazgeçmesi, Rusya’nın da daha yapıcı ve etkin bir rol alması gerekir. İran’ın da bunu teşvik etmesi kendi çıkarınadır. Diyalog düğümünün açılmasında iki kritik nokta vardır.
Birincisi Suriye’nin bildiği ancak bilmezden geldiği, Türkiye’nin tehdit nedeniyle kontrol altında tuttuğu bölgelerden derhal çekilmesinin mümkün olmadığıdır. Suriye’nin bunu ön şart olarak ileri sürmesi, diyaloğun başlamasına engeldir. Suriye’nin yeni dışişleri bakanının bunun hemen değil, prensip olarak kabul edilmesini istediklerini söylemesi, başlangıç için bir gelişme olarak görülebilir. Türkiye’nin de bu durumu inandırıcı bir şekilde açıklaması gerekir. Türkiye; şartlar oluştuğunda, Suriye ülkenin bütününde egemen olup kontrolü sağladığında ve Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’ye bir tehdit gelmeyecek duruma gelindiğinde bunun bir plan dâhilinde yapılabileceğini güven verici şekilde izah etmelidir.
İkincisi ise Türkiye’nin, BMGK kararların öne sürerek, Suriye’nin iç işlerine müdahale algısı yaratacak, “seçim yapılsın, iktidar değişsin” gibi isteklerden kaçınmasıdır.
Suriye, Türkiye ile işbirliği içinde olduğunda, İsrail’in kendisine saldırmadan önce birkaç defa düşüneceğini unutmamalıdır. İnatlaşma ve nazlanmanın zamanı değildir. Daha çok kendisine zarar verir. Diyalog çok hızlı geliştirilmelidir.
***
İsrail’in görünen hedefi; Filistin’i yok etmek, Hamas ve Hizbullah’ı etkisizleştirmek, İran destekli grupları zayıflatıp baskı altında tutmak, İran’ın bunları desteklemesini önlemek, İran’ı mümkün olduğu kadar saf dışında bırakmak, bunun için Gazze’de, Batı Şeria’da, Lübnan’da, Suriye’de operasyonlarına devam etmek, Lübnan’ın güneyini işgal ederek kontrol altında tutmak, bilahare Irak’taki İran yanlısı gruplara yönelerek tehdit olmalarını önleyici operasyonlarda bulunmaktır. Bütün bunları da ABD seçimlerine kadar tamamlamaktır. Ancak bunları gerçekleştirmesinin ABD’den ne kadar destek alırsa alsın, mevcut ortam ve gücü itibariyle zor olduğu değerlendirilmekte, Siyonist hedefine ulaşmasının ise imkânsız olduğu düşünülmektedir.