Ah Bahtiyar Muallim!
Daha söyleyecek sözün yok muydu? Bitmiş miydi yüreğinin feryadı? Türklükle çarpan yüreğin feryadı biter mi? Fakat seninki öyle böyle bir feryat değildi ki!... Seninki asırlara seslenen bir dildi. Türk’ün geçmişine de geleceğine de bugününe de...
Bizim uca dağların sonsuz azametinden,
Yatağına sığmayan çayların sonsuz hiddetinden,
Bu torpagdan, bu yerden,
Elin (halkın) bağrından kopan yanıklı nağmelerden,
Güllerin renklerinden, çiçeklerin iyinden (kokusundan)...
Düşman üstüne cuman (atılan) o Kırat’ın nalından
yaratılmış bir dildi senin dilin. Ah Bahtiyar Muallim, bu dili susturmak oldu mu? Bu yürek artık çarpmayacaksa kim bizi “od kimi (ateş gibi)” yandıracak; kim bizi “su kimi” söndürecek? Yadında mı Bahtiyar Muallim, bir şair senin için “derisi soyulmuş yürek gezdirir” demişti. İndi (şimdi) biz derisi soyulmuş yüreği bir daha nereden bulacağız? Milletin ağrısını, toprağın sızısını ânında yüreğinde duyan şairi hardan tapacağıg (nereden bulacağız)? Bir şiirinde “Şam (mum) eger yanmırsa, yaşamır demek / Onun da hayatı yanmağındadır” diyordun. İndi biz de “Şair eğer yazmıyorsa, yaşamıyor demek / Onun da hayatı yazmasındadır” mı diyeceğiz? Peki ama milletin derdini bundan böyle kim yazacak? Uzaktan o efsunlu sesini duyar gibiyim: “Milletin evlatları bitti mi aziz kardeşim Ercilasun?”
* * *
Bahtiyar Vahapzade’nin şiirleriyle 1972’de tanışmış olmalıyım. Saadet Çağatay’ın Türk Lehçeleri Örnekleri kitabının ikinci cildinde üç şiiri yer alıyordu: Ana Dili, Kâğızlar (Kâğıtlar), Bize Öyle Gelir ki. İki cilt hâlindeki seçme şiirlerini 1976’da, ABD’de Washington Üniversitesinin kütüphanesinde gördüm ve fotokopi yoluyla kitapları edindim. Milli Eğitim ve Kültür dergisinin Mart 1979 sayısında Vahapzade’yi tanıtan bir yazı yazdım. Aynı yıl Yavuz Akpınar’ın “Bahtiyar Vahabzade - Şiirler” adlı kitabı Ötüken yayınları arasında çıktı. 1980’lerin başında Ahmet Schmide de, Türk Edebiyatı dergisinde Vahapzade’nin bazı şiirlerini yayımlamaya başladı. Vahapzade ile artık mektuplaşıyorduk. Eserlerini bana gönderiyordu. 1981’de çıkan Payız (Güz) Düşünceleri adlı kitabı hakkında da Türk Edebiyatı dergisinin Nisan 1982 sayısında “Vahabzâde’nin Şiirleri Arasında” başlıklı bir yazı yazmıştım. 1980’lerde Vahapzade artık Türkiye’de de tanınan bir şair olmuştu. Gerçi 1950’lerde Varlık dergisine gönderdiği bir yazı çok önceleri dikkatimizi çekmişti. “Yel Kayadan Ne Aparır?” başlıklı yazıda, İsmet Zeki Eyüboğlu’nun Fuzuli’nin edebiyat derslerinde okutulmasının lüzumsuzluğu üzerine yazdığı bir yazıya cevap veriliyordu. Yani, bağımsız Türkiye’de Türk kültürüne yapılan bir saldırı, bağımlı ve sosyalist Azerbaycan’dan şiddetli bir tepkiyle karşılaşmıştı. Vahapzade’nin 1970’li yıllarda Türkiye’ye yaptığı seyahatler resmî heyetler içinde oluyordu ve o sıralarda daha çok Türkiye’nin sosyalist şair ve yazarlarıyla teması vardı.
Bahtiyar Vahapzade ile ilk defa 1988 yılında yüz yüze görüştük. Orhan Şaik Gökyay, Bahaeddin Ögel, Zeynep Korkmaz, Osman F. Sertkaya, Saim Sakaoğlu, Fikret Türkmen gibi bilim adamlarıyla Dede Korkut konulu Türk-Sovyet Kollokyumu için Bakü’ye gitmiştik. Vahapzade rahatsızdı ve sanatoryumda yatıyordu. Sovyetlerde henüz ilmî bir programın dışına çıkacak kadar serbestlik yoktu. Fakat ben rahmetli Aydın Memmed sayesinde programı deldim ve sanatoryuma giderek Vahapzade ile birkaç saat görüştüm. Başhekimin de katıldığı görüşme unutulmaz bir edebiyat sohbeti idi. Bakü’den ayrılırken Vahapzade, rahatsızlığını bir yana koyarak Türk heyetini uğurlamaya gelmişti. Kocaman bir paketi ellerime tutuşturdu. Paketten çıkan kocaman duvar saati hâlâ evimin duvarında. Fakat paketten daha önemli bir hatıra o zaman beynime kazınmıştı. Vahapzade, “Bozkurtların Ölümü’nü okudum; Atsız böyük yazıcı” demişti bana. Onun bu fikri sözde kalmadı. “Özünü Kesen Kılıç” adlı piyesinde, Atsız’ın Bozkurtlar romanıyla Türk literatürüne kazandırdığı Kürşad ihtilalini işledi. 1990 Ocağında Rus tankları Bakü’yü çiğner ve Azerbaycan yiğitleri paletlerin altında şehit olurken Türkiye televizyonları, olayların dehşetini Vahapzade’nin sesinden duyurdular. Bizi de yollara düşüren; Ankara, Kırıkkale, Kayseri meydanlarında, alnımızda kara bantlarla Kızıl Rusya’nın hunharlığını protesto ettiren, kürsülerden gırtlağımızı patlatırcasına “Selam Darağacı” şiirini haykırtan hiç şüphesiz olayların yanısıra Vahapzade’nin canhıraş sesi idi. Şimdi de “Kanlı Yanvar” yazıp internete girenler o sesi duyabilirler. 1990’ın Türkiyesinde bütün televizyonlarımızda Vahapzade’nin sesi duyulurken 2009’un Türkiyesinde onun ölümünün neredeyse hiç yankı bulmaması ne acı bir tezattır. Türkiye’yi bu hâle getirenler utansın mı desem, baht utansın mı desem!
Türk dünyasının büyük şairi önünde, Türklüğün vicdanı önünde saygıyla eğiliyorum. Ruhu şad, yeri uçmak olsun!