Adalete kaç yıl daha lâzım?

Bu yılın Ocak ayında, hakkında kırmızı bülten bulunan Nuri Gökhan Bozkır isimli cinayet zanlısı, bir MİT operasyonuyla Ukrayna''dan Türkiye''ye getirildi… Cinayet şüphelisi Nuri Gökhan Bozkır, çıkarıldığı nöbetçi sulh ceza mahkemesi tarafından ''silahlı örgüt üyeliği'' ve ''tasarlayarak adam öldürme'' suçlarından tutuklanarak cezaevine gönderildi…

Zanlının aranması, hakkında kırmızı bülten çıkarılması, Ukrayna''dan operasyonla getirilmesi ve tutuklanması, Necip Hablemitoğlu cinayetiyle ilgiliydi…

Hablemitoğlu olayının farkı şuydu… Siyasî iktidarın "Bizim dönemimizde faili meçhul cinayet kalmadı" iddiasını çürüten iki örnekten biriydi… Diğeri ise Muhsin Yazıcıoğlu cinayetiydi… Anlaşılan o ki 18 Aralık 2002''de gerçekleşen Necip Hablemitoğlu cinayeti bütün ayrıntılarıyla aydınlatılmak üzere… Bir savcının son derece dikkatli ve titiz çalışması, büyük mesafe aldırdı…

***

Ya Muhsin Yazıcıoğlu ve aynı helikopterde can veren arkadaşlarının davası? Aydınlanmamış siyasî suikastlerin tek istisnası olarak mı kalacak? Ailesinin, gönüldaşlarının, sevenlerinin ısrarlı takibi olmasaydı, dosya şimdiye kadar yüz kere kapanmıştı…

Dosyanın bütün kapatılma gayretlerine rağmen 13 yıldır vicdanlarda açık kalması dışında elle tutulur bir gelişme yok…

Başlangıçtan itibaren o dönem kimi parti yetkilileriyle devletin ilgilileri paralel bir dil kullandılar… Partili ağız, Alman kaza kırım ekibine inceleme yaptırdıklarını "Helikoptere sabotaj olmadığını görmemiz mümkün. Sabotaj ihtimali yok gibi bir şey" derken, devlet katından da ''kazadan kaza çıkarmayın'' sesleri geliyordu…

Kurulan komisyonlar, sözde denetleme kurulları, sivil havacılık savsaklamaları, dava birleştirmeler, ayırmalar, takipsizlik kararları, gözaltılar, dosya kapatmalar, ilgisizlikler, sonuca gidilmesini zorlaştırdı…

***

Rahmetli Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının vefatının yarın 13. yıldönümü olacak… Ortada vicdanları rahatlatacak, adalete güveni arttıracak, bir nebze de olsa hesabın soruluyor olduğunu gösterecek ciddi bir gelişme yok…

Hatırlatalım o sorularımızı: 2009 yılında enkaza 4 gün sonra ulaşmayı kim nasıl izah edebilirdi? Gazeteci İsmail Güneş''in o kadar telefon görüşmesi yapmasına rağmen yerinin tespit edilememesi ve donarak ölmesi bu çağda hangi ''kaza'' kavramıyla ifade edilebilirdi? Resmî görevlilerin helikopter enkazından parça çaldıklarının ortaya çıkması ve bunu ''hatıra''yla itiraf etmeleri hangi hukuk devletinde fazlaca bir şey ifade etmezdi?

Her seçim öncesine denk geldiğinde rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu''nun kabri siyasîlerin turlarına sahne olurken, aynı siyasîleri adaletin tecelli noktasında, takipçi ve baskı unsuru olarak görememek, en çok Yazıcıoğlu''nu sevenlerini incitiyor ve haklı olarak öfkelendiriyor… Bu olayın aydınlanması için kaç 13 yıl daha geçmesi gerekiyor acaba?

Israrla tekrar tekrar ifade etmemiz gerekiyor: Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu''nun cenaze töreninde devlet erkânı, tepeden tırnağa, başka bir örnekte görülmemiş biçimde tabutun arkasında saf tutmuştu... Keşke aynı devlet erkânı, siviliyle askeriyle, sadece tabutun arkasında değil de, adaletin arkasında saf tutsaydı... Bu olay vicdanlarda tortu bırakmayacak şekilde aydınlansaydı... Yazıcıoğlu suikasti, son dönemin tek istisnası, tek faili meçhul siyasî cinayeti olarak kalmasaydı…

Yazarın Diğer Yazıları