44 yıl öncesine dönmemek!
Makulü kaybettik sanırım topyekûn bir ülke olarak. İdarecilerimiz. Politikacılarımız için değişebilir zamana ve zemine göre makulün değişmesi normal olsa da halkı da buna alıştırmış, makulden uzaklaşmayı normalleştirmiş olmak gerçekten enteresan.
İnsanları ideolojik imanları vasıtası ile bölmeyi başardığınızda ne-nasıl-neden gibi sorular anlamını yitiriyor sanırım tek soru kalıyor Kim?
Bunun karşısında duran yanlışı ve doğruyu nesnel olarak ayırmaya çalışan kendi fikrine yakın siyasilerle de çelişkiye düşmeyi başaran doğru ve yanlış kriterlerini kişi ve siyasi bağnazlıktan kurtarabilen herkes de her iki taraf açısından da kolayca hain damgası yemeyi başarıyor.
Türkiye’de yaşayan insanların çok uzun zamandır kendi üzerlerine vazife olmayan ve hatta aslında gerçekten bir fikirleri bile olmaması gereken konular üzerinde mükemmel şekilde tartıştıklarının farkındayız hepimiz. Halk bu alışkanlığı edineli çok oldu. Zaten halkı yönlendirme vazifesi gören aydınlar, gazeteciler falan da bu şartsız taraf olma yolunu her seferinde seçmekten hiç vazgeçmediler. Direnenlerin hayat mücadeleleri hep saygıyla anıldı ama hep onlar bu saygıdan haberdar olmadan öldükten sonra. İşin garibi de hiçbir şey değişmedi.
Habermas, ‘olağan ve olağanüstü hallerin neler olduğuna egemen karar verir’ der. Toplum neyin olağan neyin olağanüstü olduğunu egemenin tanımına göre tekrarlar. Bu durum egemene fikir değiştirme hakkı verebilir ama toplum bu değişikliğe uyarak bulunduğu yerden kımıldamamış olur.
İşte son dönemde yaşadığımız bu kırılmaların tamamının temel sebebi de budur. Konjonktüre göre değişim gösteren siyasilerin davranış biçimlerini sorgusuz sualsiz destekleyen kalabalıkların varlığı siyasetçilerin rahat hareket etmeleri konusunda kendilerine son derece önemli bir alan açıyor.
Elbette istisnaları da oluyor. Son olarak yaşanılan Esenyurt Belediyesi’ne Kayyum atanması, başkanın tutuklanması ile sonuçlanan ama öncesinde başlatılan çözüm sürecini dahi gölgede bırakabilecek açıklamaların gündeme getirilmesi gibi netameli konularda halk biraz olsun ezberleri bozmuş gibi.
Siyasilerin de bu konuda bazı ezberleri bozduğunu görüyoruz. Öcalan’ın Meclis’te konuşması gibi olağanüstü bir hamle yapıldığında halk aidiyetlerinden sıyrılarak tepkiler verdi mesela. Sonrasında Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanması kararı ile yeniden o aidiyetlere dönüş başladı. Bir çeşit mühendislik harikası gibi görünse de her istisna, kurulmaya çalışılan o tarz projeleri yıkabiliyor.
Mansur Yavaş burada o istisna kimliğine büründü. Önce neyin ne olduğunu anlamak adına siyasetten önce hukuk diyerek iddianameyi bekledi ve tepki aldı. Sonra iddianame üzerinden bir hukukçu olarak değerlendirmesini yaptı aldığı tepkilerin tonu ve yönü değişti. Ardından bir cenazeye katılacağı için İstanbul’daki mitinge katılmadı yine tepki aldı ama Ankara’da yapılan mitinge katıldı.
Aslında kısaca dedi ki burada Mansur Yavaş siyaseten yanında olmak zorunda olmadıklarımın da hukuken gadre uğramalarına sessiz kalmam. Ama anlaşılan birilerine o da yetmiyor.
Mansur Yavaş’ı alerjik başkan diye niteleyen ve PKK ve HDP’ye yakınlığı ile bilinen bir siteye verdiği cevap gündeme geliyor. Orada diyor ki Mansur Yavaş; “Katillere ve teröristlere alerjim olduğu şüphesizdir. Onun haricinde Allah’ın yarattığı hiçbir canlıya alerjim yoktur.”
Hâlâ buradan kendilerine alerji bulmaya çalışanların aslında kim ve ne oldukları üzerine de bu mesajla biraz düşünmeleri gerekir.
Ama konumuz zaten bu değil, şimdi bu davranışı nedeni ile Mansur Yavaş’ı eleştirecek olanlar ya da tam tersini yaptı diye İmamoğlu ya da Özel’i eleştirecek olanların kullanacakları kriterler bizim konumuz. Makulü kaybederek iki uç arasında devamlı bir savrulma yaşayan toplumlar farklı olaylar konusunda farklı tepkiler vermek gerekliliğini de kaybediyor ne yazık ki. Hukukun ilk kıstas olması gerekiyor. Olmadığında siyasetin hukuka müdahalesini engellemek zorlaşıyor. İktidarın kim olduğundan zulmün kime yapıldığından ve kim tarafından yapıldığından bağımsız değerlendirme ancak hukukla mümkün olabiliyor. Mesele “Senin fikirlerinden nefret ediyorum ama onu savunabilmen için canımı bile veririm” düsturunun bir başka cana mal olmamasıdır.