2010'da Tanrı, Türk Milleti'ne 'kut' verecek mi?
2010’a girdiğimiz gün, önceki yeni yılbaşı günlerinden daha vahim bir şekilde Türkiye’nin bölünüp bölünmeyeceği, iç savaş çıkıp çıkmayacağı tartışılıyor. Geçmiş yıllardaki uyarılarımız, “komplo teorisi” denilerek kitlelerin gözünde değersizleştirildiği için yeteri kadar etkili olamadı. Türkiye coğrafyasının etrafında yine akbabalar dolaşıyor. Üstelik, tarımdan sanayiye ekonomi çökertilmiş, medya vasıtasıyla zihinler işgal edilmiş durumdadır.
Kurtuluş için herhangi bir güçten medet ummanın faydası olmadığını her yeni yılda söyleriz. Millet, ancak “kendi azmi ve kararı” ile büyük bir felâketten kurtulabilir. Milletin kararı, tek tek bireylerin kararı ile oluşur. Dolayısıyla, kimse kendi gücünü ve potansiyelini küçümsememelidir.
* * *
Düşman hangi alandan saldırıya geçmişse, savunmayı da o alanda yapmak veya aynı şekilde karşı saldırıya geçmek gerekir. Yasama, yürütme ve yargının, yani klasik üç erkin bu saldırının hakkından gelmesi mümkün değildir. Düşman ticaret ordularıyla, sermaye ordularıyla, bilgi ordularıyla, kültür ordularıyla, medya ordularıyla saldırıyor; ulus devletler, önce polis ve asker marifetiyle bu saldırıları önlemeye çalışıyor, yetmeyince yargı devreye giriyor, yetmeyince yasalar çıkartılıyor. Tabii, ulus devletler yine de aciz kalıyor. Çünkü yasama, yürütme ve yargı kurumları hatta ordular bile kurulan örümcek ağından etkileniyor, hatta ağın bir parçası haline geliyor.
* * *
ABD’nin eski Başkanı Clinton’ın TBMM’de açıkladığı gibi mücadele Türkiye’de düğümlenmiştir.
Türkiye teslim alınırsa, Avrasya direnemeyecek ve mazlum milletlerin kaleleri birer birer düşecek. Türkiye, saldırının boyutlarını kavrayıp, karşı saldırıya geçerse, emperyalistlerin yenilmesi kaçınılmazdır. Bütün mesele, insanlığın, bu tehditten haberdar edilip edilememesidir. Medya onun için birinci derecede bir güçtür.
Sadece Türk Milleti için değil, bütün insanlık için bugün de parola “Ya İstiklal, Ya Ölüm” dür. Bugün de en iyi savunma, saldırıdır! Küresel saldırıya küresel bir cevap verilecektir.
* * *
Mesele fikir yokluğu değildir! Mesele, fikri icra edecek lider ve çatı yokluğudur! Mesele, Müslümanlığın ve Milliyetçiliğin bile istikametini kaybetmesidir. Mesele, şahsi çıkarlarımızı düşünmeden, koltuk kaygısı taşımadan gerçeği olduğu gibi ortaya koyabilmektir!
“Kut” , eski Türk inancına göre Tanrı’dan alınırdı. Doğacak çocuğa ana karnında iken üflenen ruha da kut denilirdi. Bilge Kağan, kendisinden bahsederken “Tanrı’nın kutladığı” demektedir. Tanrının kut vermediğine inanılan hakanlar kurultay kararı ile indirilebilirdi.
Kut, uğur, devlet, baht, talih, saadet anlamlarına da gelmektedir.
Biz birbirimizi “kut” larken, “Allah’ın selamı ve esirgemesi üzerine olsun” demiş
oluyoruz.
Demek ki Türkçe yaşadıkça, Türk’ün kutu da yaşayacak!
Yeni yılınız “kut” lu olsun!
* * *
Ben hâlâ Namık Kemal gibi düşünüyorum:
“Muini zalimin dünyada erbab-ı denaettir
Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insafa hizmetten
Kaza her feyzini her lütfunu bir vakt için saklar
Fütur etme sakın milletteki za’f u betaetten
Ne gam pür âteş-i hevl olsa da gavgâ-yı hürriyet
Kaçar mı merd olan bir can için meydân-ı gayretten
Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azîmetten.”