12 Eylül’e bir avuç tuzla koşmak!
Varsa kendi fikri mensubiyetimizi bir tarafa bırakarak “12 Eylül’ün mağdurlarıyız” naralarıyla mahkeme kapılarına koşanlara bir bakalım lütfen..
Evet 12 Eylül, küresel bir organizasyonun parçasıydı. Türkiye’nin hem küresel ekonomik sisteme dahil edilmesi, hem de Sovyetler Birliği’nin yayılmasına karşı set oluşturması gerekiyordu. Demokrasi içinde bunun halledilmesi mümkün değildi. Amerikan-İngiliz destekli operasyonlarla gençlik ikiye bölünmüştü. CIA ajanları tarafından soldaki seçilmiş gençlere Che Ghuvera örnekli, kır-şehir gerillası yöntemleri öğretiliyor, gençler de devrim yapacaklarını zannederek Nurhak dağlarına çıkıyor veya Filistin kamplarına eğitim almaya gidiyordu. Sağdaki seçilmişler de komando kamplarında yetiştiriliyordu.
***
Her gün bir provokasyonla gençler birbirine kırdırıldı. Bütün bunlar darbe için yeterli olmadı. Sıvas, Malatya, Çorum, Amasya ve Kahramanmaraş’ta mezhep çatışmaları çıkarıldı. Ve asker, yönetime el koydu.. Başlangıçta milliyetçi sloganlar kullandılar. “Milliyetçi Atatürk” adıyla tatbikatlar yaptılar. Fakat gün geçtikçe anlaşıldı ki uyguladıkları politika küresel sistemin ve sermayenin bekçiliğinden ibarettir. Nitekim, Yunanistan’ın NATO’ya dönmesini darbenin lideri Kenan Evren onayladı. Bu arada işçi hakları rafa kaldırıldı. Öyle ki, dönemin TİSK Başkanı Halit Narin, işçileri kastederek “Bugüne kadar onlar güldü biz ağladık, şimdi ağlama sırası onlarda” diye bir laf edebildi..
12 Eylül rejimi, ülkücüleri de devrimcileri de işkenceden geçirdi, siyaseten de bellerini kırdı. İktidara Turgut Özal’ı getirdiler. O da Türkiye’nin kapılarını ardına kadar Batılı sermayeye açtı. Şimdi Turgut Özal’ın devamı olduğunu söyleyen Tayyip Erdoğan’ın yasa değişiklikleriyle, Evren ve Şahinkaya’nın şahsında sözde 12 Eylül’ü yargılıyorlar..
Doğu Perinçek’in Silivri’den isabetle belirttiği gibi “12 Eylül programını uygulayan Tayyip Bey, 12 Eylül mağdurlarını ve mağdur olmayan siyaset artistlerini kendi ‘Sıcak Para Diktatörlüğü’nün bekası için böyle kullanmaktadır. Ellere birer tuzluk veriliyor ve herkes ‘12 Eylül yargılamasının’ kapısına salatalık yemeye koşturuluyor.
Böylece 12 Eylül’ün mağdurları, 12 Eylül’ün oyuncağı durumuna düşürülüyor. 12 Eylül’ün dirisi tepemizde iken, ölüsüne karşı savaşmak, tam anlamıyla hedef şaşırmadır.”
***
Denilebilir ki “12 Eylül Mahkemesi kapısına koşanların mağduriyetini ancak yaşayan bilir. O dönemde, yapılan sürekli işkencenin mağdurları, işkenceden ölenlerin veya idam edilenlerin yakınları ne yapsaydı?”
Bir defa hangi gruptan olursa olsun her iki kanadın mensupları da Türkiye’de darbe zemini oluşturmak işlevini yerine getirmişlerdir. Kimse masum değil.. Ayrıca Bilge Kağan’ın deyimiyle kemikleri dağ gibi yığılan, kanı sel gibi akan 5 bin genç ve işkenceden geçirilen bir nesil bu ülkenin geleceğinden koparıldı.. Üzerlerine de Tayyip Erdoğan iktidarı kuruldu!
Şimdi her iki taraftan birçok insanın, aynı oyunda figüranlık yapmasının, bazılarının hâlâ ülkücüleri suçlamasının akılla mantıkla izahı mümkün müdür?
Müdahil parti başkanı olarak Devlet Bahçeli, bu durumu görerek “12 Eylül ile mi hesaplaşacaksınız yoksa 30 yıl öncesinden başlayan bir sosyal şiddetin yarıda kaldığına inanarak ülkücüleri tekrar muhatap alıp ülkücülere saldırıyı sürdürecek misiniz? Buna bütün sol gruplar karar vermeli, bütün devrimciler karar vermeli ve oyuna gelmemelidir. AKP, Türkiye’de her şeyi kaşıyor” dedi.
***
15 yıl önce Henry Barkey itiraf etti. ANAP döneminden beri küresel sermayenin Türkiye’deki bekçileri, “seçilmiş travma” ları kullanarak Vamık Volkan’ın “toplumsal psikanalizm” yöntemini uyguluyor. 31 Mart, Menemen, Dersim ve şimdi de 12 Eylül travması..
Mümtaz’er Türköne bu defa doğru bir şey söyledi.. “12 Eylül travması pek çoğumuzun tahtalarını eksiltti” dedi. Nitekim, gençlik çağlarındaki militan psikolojisine dönerek, mahkeme önünde biriktirdikleri bütün kinlerini kusanlar oldu..
Bu travmadan kurtulalım artık...