Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Turgay BEŞYILDIZ
Turgay BEŞYILDIZ

Kasketli şampiyon! Ahmet Suat Özyazıcı. Yüzüklerin değil futbolun efendisi

Sanırım 1983 yılının son aylarıydı...
Bu mesleğe resmen başladığım ilk günlerdi.
Bölge gazetesi olarak tek Karadeniz gazetesi vardı. Yeni kurulan Kuzey Haber''de spor muhabiri olarak göreve başlamıştım.
O yıllarda şampiyonlukları kovalayan Trabzonspor’u takip eden gazeteci sayısı, bir elin parmakları kadardı.
Bunlardan biri de şimdi emekli olmuş, o zamanın Anadolu Ajansı deneyimli spor muhabiri İhsan Öksüz idi.
*
İlk günlerin birinde spor müdürümüz Servet Özkara, Trabzonspor idmanını takip etmemi istedi.
İlk kez Trabzonspor idmanını bir spor muhabiri gözüyle izleyecek ve izlenimlerimizi habere dönüştürerek, gazeteye dönüp yarınki sayfa için yazacaktım.
O yıllarda tabi ki tesis, mesis yoktu. İdman, bir süre önce yıkılan ve tarihe gömülen Avni Aker Stadyumu’ndaydı. Telefon ile İhsan ağabeyi aradım. "İdmana gidecek misin Abi? Gideceksen ben de seninle geleyim" dedim.
Çünkü; Ahmet Suat Özyazıcı ile de tanışmam gerekiyordu. O zaman ki düşünceme göre ters ve hazır cevap bir adamdı.
İhsan abi bizi tanıştırabilirdi. Önümde kalkan olabilirdi hani. Gittik.
Trabzonspor takımı, kapalı tribünün altındaki koridorun güney tarafında en sondaki odada soyunuyordu.
Soyunma odasından içeri kafayı uzatıp "Merhaba" dedik.
Gözüme ilk kaleci Şenol Güneş ve rahmetliler Mustafa Gedik ile Kadir Özcan çarptı.
Kes ayakkabılarını eğilmiş bağlıyorlardı. Topsuz idmandı ve pistte düz koşu ve cooper testi çalışması yapılacaktı.
Yan tarafta Ahmet Suat hocanın, küçük kendine ait özel soyunma ve çalışma odasına doğru beraber yürüdük. İhsan abi kapalı kapıyı tıkladı, içeri girdik.
Masanın başında ayakta duran başında siyah kasketli bir adam. Yağmurluğunu ve eşofmanlarını giymiş, idmana hazır. Futbolcularının da hazırlanmasını bekliyordu.
Yalnız başında bir spor şapkası olması gerekirdi diye düşünmüştüm. Halbuki o kasket takmıştı.
Onu odanın içinde gördüğüm ilk an işte bu bana en ilginç gelen ilk fotoğrafıydı.
Bana doğru kasket altından çok ciddi ve biraz da sert bakarak "İhsan, kim bu genç arkadaş? Bir yerden gözüm ısırıyor" diye sordu. O da bizi mesleğe yeni başlayan ama aynı zamanda grubunda lider durumda olan İdmanocağı A takımında futbol oynayan biri olarak tanıtmıştı. "Haa" dedi. Düdüğü boynuna astı, ellerini spor anorağının iki yan cebine soktu.
Halbuki bizim maçlarımızı, Yavuz Selim Sahası’nın güney tarafındaki tel örgülerin arkasında fırsat ve zaman buldukça seyretmesine rağmen demek ki beni sahada fark etmemişti!
Ben biraz gergin ve heyecanlıydım. Karşımda devrimci bir teknik adam vardı. Futbolda devrim yapmış, alkol, kumar ve sigara ile arası olmayan, namazında niyazında, çok aydın düşünceli bir adamdı.
Her çeşit ve herkesin masasında oturur, esprili ve cuk diye oturan laflarıyla tebessüm ederek istediğini yüceltir, istediğini masanın altına gömerdi!
Acaba beni ters köşe bir laf ile bozar mıydı? İlk etapta sert, tavizsiz ama biraz da alttan, alttan ironi yapan, hazır cevap bir insandı.
Tanışmamız o tanışma.
Son birkaç yıl hariç (O da rahatsızlığından dolayı) zaman zaman sohbetimiz devam etmiştir. Tabi ilk gün ki gibi ciddiyet ve gerginlikte değil ama ona karşı saygıyı yitirmeden.
Meğer rahmetli babamı da tanırmış. Onu da 2000 yılında babamın cenaze namazını kılmaya, acımızı paylaşmaya gelince öğrendim.
Babam ile benim; baba-oğul olduğumuzu cenazede öğrenince biraz şaşırmıştı.
*
Yılın ilk gününde doğmuş, soğuk bir kış gününde, 1936’da..
"Trabzon''da beni Kemeraltı numara 6’da bulursunuz" derdi.
İlkokulun ilk 3 sınıfını, Gülbahar Hatun Mahallesi’nde şimdi Tanjant yolu geçtiği için, evleriyle birlikte istimlak edilip yıkılmak zorunda kalan Ülkü İlkokulu’nda, 4 ve 5. sınıfı da Kayalık Mahallesi’ndeki Cumhuriyet İlkokulu’nda tamamlayarak, ilkokul diplomasını cebine koyan ender insanlardan biriydi o yıllar.
63 yaşında vefat eden rahmetli babası bankacı Yusuf Cemalettin, Kemeraltı’ndaki nalburiyeci dükkanında onu tutmak için uğraşırken, o fırsat buldukça kaçar, kendini boş bulduğu bir futbol tarlasına atardı.
Ne kadar nalburiye dükkanı da olsa, hayvanlara takılan malzemeleri de sattığı için, "Aslında ben hayvan konfeksiyoncusuyum. Hayvanları giydiriyorum ne de olsa" der, gülümsetmeyi de ihmal etmezdi.
Futbol hayatına Yolspor’da başlamıştı. Askerliğini yaparken Havagücü’nde forma giymişti. Sonraki zamanını Trabzon’daki İdmangücü ile birlikte, zamanın en popüler takımı olan İdmanocağı’nda geçirmeye başladı.
Tam anlamıyla, kendini futbola ve meşin yuvarlağa, sarı kırmızılı İdmanocağı’na adamıştı.
İdmanocağı ve İdmangücü arasındaki o zamanların en önemli rekabetinin bir getirisi olarak, Trabzon’daki futbol kültürünün bağrında yer aldı.
Teknik kapasitesi çok yüksek bir oyuncuydu. Büyük kulüplerden transfer teklifi almasına rağmen, babası çok sıcak bakmamıştı.
Hatta Trabzon sahilinde, şimdi doğası talan edilen Uzunkum mevkiindeki parıldayan o upuzun kumsalda yapılan Brezilya modeli idmanlarla yetişen Özyazıcı, Trabzon’daki futbol kulüplerinin, Trabzonspor çatısı altında birleşmesiyle teknik adam olarak eşofmanlarını giydi, kasketini başına taktı ve düdüğünü boynuna astı.
*
Türkiye Kupası’nın ilk ayağında, Trabzon’da berabere kaldığı Beşiktaş takımını, İstanbul’da 1-0 mağlup ederek dize getiren İdmanocağı’nın, kaptan ve antrenörü olarak o önemli tarihi günde manşet olanların başında geliyordu.
Taktikleri, idman şekli, modeli ve de başarıyla uygulayabilmesinden ötürü, taraftarlar ve yorumcular ona çoğu zaman "Brezilyalı Hoca" benzetmesi yapmıştır hep.
O tarihlerde Brezilya dünya futbolunda şimdiki gibi yine söz sahibiydi ve bir modaydı.
Hatta o dönemlerde Brezilyalı Pele’nin takım arkadaşı Didi, Fenerbahçe’yi çalıştırıyordu. En çok çekindiği takımın da Trabzonspor olduğunu belirterek, basına Trabzonspor’u hep bir Brezilya takımına benzettiğini söylüyordu.
Özyazıcı, Trabzonspor’u değişik sezonlarda çalıştırdı. Gün geldi futbolcuları bir gece yarısı kahvehanelerden toplayarak ertesi gün sahaya çıkardı.
Anadolu ihtilalini yaparak, 1976-1984 aralıklarında kazandığı çeşitli kupaların yanı sıra, 4 lig şampiyonluğu ile Trabzonspor’un henüz kırılmayan önderliğini yapmıştı.
Türk futbolunda adeta devrim yapan kasketli bu adam, bu şampiyonluklarla Türk futbol tarihinde bir ilk gerçekleştirmiş; İstanbul’un şampiyon takımları Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe dışında ilk kez bir Anadolu yani bir taşra takımını şampiyon olarak, yıllardır lig şampiyonluklarını baba ocağı zannedenleri, baba ocağına hasret bırakmıştı.
Trabzonspor’un üst üste 90 kez sahasında mağlup olmamasında imzası olan teknik adamlar arasında yer aldı.
Bu şampiyonluklarla Türk futboluna "Dört büyükler" kavramını, rahmetli Özkan Sümer ile birlikte kazandırmış olan Özyazıcı’nın bu başarıları, ona Trabzonspor taraftarları arasında "Brezilyalı" benzetmesiyle, efsane hoca olarak tanımlanmasını sağlamıştı.
Suat hoca, Türkiye’nin en çok şampiyonluk gören iki yerli teknik direktöründen biridir.
Bir ara Bursaspor, Sarıyer ve Vanspor’u da çalıştırmış, daha sonra herhangi bir takımı çalıştırmamıştı.
Sarıyer takımı onunla tarihinin en büyük başarısını elde etmiş, Balkan Şampiyonu olmuştu.
Üst katında duvarlarında başarı fotoğraflarıyla dolu küçük odasında, yıllarca geleni gideni ağırladı. Teknik adamlarla, eski futbolcularla, eski takım arkadaşlarıyla o günleri yad etti. Hoş sohbetlerin yaşandığı dükkanı, birkaç yıl önce sağlığı tam olarak yerinde olmamaya başlayınca, oğulları Hakan, Can ve Okan’a bırakıp, gün boyu evde istirahat etmeyi yeğledi.

Şimdi bakıyorum da... O dönemin ünlü Brezilyalı oyuncuları Pele, Didi, Garincha, Jairzinho, Gerson, Clodoaldo, Leao, Tostao, Paolo Cesar, Brito, Sokrates, Rivelino, Zemaria, Vava ve Fantana gibi isimlerin iz bıraktığı o yıllarda biraz geri kalmış Türk futbolunda şike yapan bazı kulüp başkanları, bazı yöneticiler ve bunlara alet olan bazı hakemler ve de bazı futbolcular, maçı önce masada kazanmak uğruna yaptıkları rezaletlerle anılırken... Türkiye’deki önemli teknik adamların yanı sıra, Trabzon cephesine de baktığımızda; Şenol Güneş, Özkan Sümer ve Ahmet Suat Özyazıcı gibi teknik adamların değerini, sanırım daha iyi anlamaya başladık.
*
Son birkaç yıldır sağlık yönünden rahatsızdı. Evine ziyaretine gelenleri zaman zaman tanır, bazen de tanımaz, bazen de tebessümle çaktırmadan "tanıdım ya, tanımaz olur muyum’ derdi Suat hoca...
Eşi Sevil hanımı iki yıl önce kaybettikten sonra Trabzon’un denizi gören Toklu Mahallesi’ndeki evinde oğulları, gelinleri, kızı Figen ve torunları ile birlikte günlerini evde kupa anılarıyla geçiren, bizim Trabzon’daki Brezilyalı, futbol devrimcisi 87 yaşındaki Suat hoca aynı zamanda bence, yüzüklerin efendisi değil, futbolunda efendisiydi.
Onun için çok önemli haftanın günlerinden, yine bir pazar gününde (yarın) Trabzon İskenderpaşa Camii’nde, öğle namazı sonrası musalla taşında iki rekatlık bir namazı olacak ve dualarla anılacak.
Özkan Sümer ve Kaptan Sebahattin Canoğlu’nun yanı sıra; bir çok rahmetli olmuş futbolcu ve takım arkadaşıyla ve bazı aile yakınlarıyla Sülüklü Asri Mezarlığı’nda buluşacak.
Son şampiyonluğu görmesi nasip olan; selam olsun sana siyah kasketli şampiyon adam... Trabzon ve Türk futbolu seni unutmayacak.
Turgay Beşyıldız

Yazarın Diğer Yazıları