Yaprak dökümü..
Yaprak dökümü, Kültür Bakanlığı Türk Dünyası Müzik Topluluğu’na yıllarca emek vermiş, Türk Dünyası kurultaylarında hemen her yıl beraber olduğumuz Ali Özaydın’la başladı. Sonra, sevgili arkadaşımız Kemal Çapraz ile aynı soyadını taşıyan Kastamonu’nun sevilen evladı Emin Çapraz’ı kaybettik. Ardından Doğu Türkistan Türkleri’nin lideri İsa Yusuf Alptekin’in oğlu Arslan Alptekin’in cenazesindeyken Behiç Kılıç’ın da aramızdan ayrıldığını haber verdiler..
Behiç Kılıç ile dostluğumuz 30 yıl önce Sonhavadis’de başladı, Akşam’da ve son olarak Yeniçağ’da yine buluştuk. Neredeyse son nefesine kadar gazetecilik yaptı, dializde bile yazılarını yazdı, televizyon programlarını ihmal etmedi.
Ben bir ara seçim gezisinde iken İstanbul mitingi için geldiğimde gazeteye uğradım, odasında ziyaret ettim.. Behiç ağabey ile son görüşmemiz o gün oldu. Türkiye için çok endişeliydi..
Biliyorsunuz o da telefonu dinlenen gazeteciler arasındaydı. Fakat kendim gibi ondan da eminim ki tertemizdi. Bütün mücadelesi, Türkiye’nin başının beladan kurtulması, huzur bulması idi.. Bunun için milletin direncini sağlam tutmak gerektiğini biliyordu. En çok Türk milletinin direncini kırmaya çalışan gazetecilere içerliyordu..
***
Cenk Eğilmez, mektubunda diyor ki, “Sevgili Arslan abim. ‘Türk’ten kim ve neden rahatsız?’ yazınızı okudum ve belki içinizi rahatlatabileceğimi düşünerek size bir ihtimali söylemek için mesaj attım. AKP son seçimde ilginç bir şekilde oylarını yüzde 50 yaptı ve Türkiye’de seçim tahmini yapan herkesi ters düz etti. Seçimlerden önce sayın Banu Avar’ın bir konferansına gitmiştim ve seçimlerde hile olacağını söylemişti.
Açık söylemek gerekirse ben Türk milletine ve vereceği karara güveniyorum. Eminim ki o sandıklardan AKP’ye çıkan oy sadece yüzde 35 civarında. Bir buz parçasının güneşte erimesi ne kadar doğal ise AKP’nin oy kaybetmesi de o kadar doğaldır..”
***
Tabii millete güvenmek gerekir. Zaman zaman hatırlatırım; İbni Haldun’dan Gumilev’e kadar tarihe damgasını vurmuş bilim adamları bildirmiştir ki, milletlerin ruhu, esas olarak, coğrafyaya, toprağa, iklime, atmosfere, kısacası biyosfere bağlıdır... Bilim, “etnos, insanların planıyla, programıyla yok edilemez” diyor. Etnos, bir genetik, biyolojik, kültürel vakadır ve bunlar da bütünüyle doğaya bağlıdır. Herhalde Bilge Kağan, bu bilimsel bilgiye sahipti ki, Türk Budununa hitaben, “Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir ki!” demişti...
***
“Kavimlerin Türeyişi”ni yazan etnolog-tarihçi Gumilev, Tierri Ogüsten’den naklediyor:
“Büyük işler yapanlar ayrı ayrı ihtiras sahibi enerjik bireyler değil, enerji direniş seviyesi adı verilen ortak ruhtur.”
Türk etnosunun ortak ruhu bir Atatürk çıkardıysa, bu, Türk Milleti’nin içinde başka Atatürkler de bulunduğunun göstergesidir. Zaten o da “Ben öldükten sonra yüzbinlerce Mustafa Kemal çıkacak” dememiş miydi?
Diğer taraftan Gumilev’e göre “Yiğitleri ve kahramanları kendi hayatından uzaklaştıran etnos sadeleşmeye başlar, sadeleşme etnik kollektifin direniş gücünü azaltır. Sakin ve istikrarlı dönemlerde direniş gücünün azalmış olması pek fark edilmez ama biyolojik bir ortamla ve özellikle komşu bir etnosla karşı karşıya kalındığı zaman, (savaşta) dinamik ve fedakar insanların yokluğu açık bir şekilde hissedilir.”
Demek ki Türk direncini temsil eden insanları bu sebeple, yani onların şahsında milletin direncini kırmak için karalıyorlar. Ancak yaprak dökümünün de bir sonu vardır. Millet, her zaman sürpriz yapabilir!