Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Agah Oktay GÜNER
Agah Oktay GÜNER

Yalandan büyüme

“Yılandan korkma yalandan kork” diyen ne doğru söylemiş. Ne yazık ki iktidarlar tarih boyunca çoğu kere yalanın mutluluğunu yaşamayı gerçeğin acılığına tercih etmiştir. Siyasi tarihin hemen her döneminde görülen bu durum adeta iktidarları madalyonun tek yüzüne bakarak kendi yalanlarıyla kendilerini de avutur hale getirmiştir. Son birkaç gündür Türkiye ekonomisinin yılın ilk çeyreğinde yüzde 11 büyümesi hükümet ve hükümetin medyadaki yakın çevresi tarafından büyük bir başarı gibi sunuluyor. Hâlbuki işin gerçeği bu gelişme, yıl içinde kaçınılmaz olarak yaşanacak bir kısım sert çöküşlerin habercisidir.
Türkiye 1980’den bu yana milli kaynaklara, milli üretime dayanan bu yolla ihracat yaparak kalkınmayı hedefleyen “Planlı Kalkınma Anlayışı” nı terk etti. Geçen dönemde kademe kademe Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) devre dışı bırakılarak ülke neo liberal, muhafazakâr iktisat anlayışına teslim edildi. Böylece Türkiye iktisadi gelişmesini bütünüyle uluslar arası tekelci sermayenin iradesine terk etti. Türkiye’ye bu anlayışı dikte ettiren ABD, AB, Dünya Bankası, IMF Türkiye’ye öncelikle “Sen sanayileşme!” emirlerini yerleştirdiler. Sanayileşmeyi terk eden Türkiye ikinci adımda “Tarımda küçül!” talimatını aldı. Yeni fabrikalar kurmayan, tarımda üretimi artırmak hedefinden uzaklaşan ülkemizde işsizlik çığ gibi büyüdü. Bundan sonraki merhale özelleştirme adıyla cumhuriyetin bütün birikimlerinin satılması oldu. Bu gün ülke ekonomisi yüksek işsizlik, fevkalade büyük dış açık, gelişmeye başlayan bütçe açığı gibi göstergelerle, dış dünyada yaşanmakta olan krizin de etkisiyle yeni sert düşüşlere doğru gidiyor.
Hükümet sorumluluğunu taşıyanlar görülmemiş kalkınma hızı davulunu bir kenara bırakıp yaklaşmakta olan fırtınanın tokmağını başlarında hissetmelidir.
Diyelim ki yüzde 11 büyümüşüz, milli gelir ve tüketime bakıyoruz, yüzde 12,1 büyümüş. Maaş ve ücretler yılın ilk çeyreğinde yüzde 3,8 oranında artmıştır. Tüketim harcamaları maaşların neredeyse üç misli arttığına göre bu ancak yurttaşlarımızın geleceklerini kredi kartlarıyla ipotek altına almalarından başka bir mana ifade etmez. Bu büyüme açılan yeni fabrikaların iş alanları üzerinde gelişmiyor. Artış gözüken yatırımların çoğu ithal mallarıdır. Bu büyüme yeni fabrikaların sağladığı istihdam imkanları üzerinden bir büyüme de değildir. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise devamlı düşmekte ve yeni bir tehlikenin sinyalini vermektedir.
Hükümetin bütün ikazlara rağmen üzerinde durmadığı cari açığı ele almasının zamanı neredeyse geçmek üzeredir. Nedense kamuoyuna devamlı ihracat rakamlarıyla övünmeyi siyasi prensip olarak benimseyen iktidar ithalattaki dörtnala giden artışı hiç dile getirmemiştir. İlk üç aydaki 56 milyar dolarlık ithalatın 20 milyar dolara varan kısmının işlenmiş sanayi mamul ara girdiler kaleminden oluşması, öte yandan üç aylık ithalatın içinde 5 milyar dolarla en büyük payı Çin’in almış olması ekonomide sıkıntı yaratan durumun ithal enerji dışı alanlara da sıçradığını açıkça göstermektedir.
Diğer taraftan Türkiye’nin ihracat pazarındaki bazı gelişmeler de kaygı vericidir. İhracatımızın yaklaşık yarısının AB pazarlarına yapıldığını biliyoruz. AB ülkelerinde yaşanan ekonomik durgunluk da ihracatımızı olumsuz yönde etkileyebilir.
Bütün bunlara karşı sadece Merkez Bankası’nın kur-faiz tedbirleriyle karşı durulması mümkün değildir. Hatta bu politikada ısrar edilirse kur-faiz tedbirlerinin ekonomideki yan etkileri faydalarını ortadan kaldırabilir.
Üçüncü aydan sonra yaşanan büyümedeki azalışın işsizliği artırmaması için istihdam tedbirlerini düşünmenin zamanıdır.
Yalancı saadetleri bir tarafa bırakalım. Ciddi bir plan ve program anlayışıyla içine girdiğimiz dar boğazdan çıkacağımıza inanalım. Emperyalist sermaye çevrelerinin paşası olmayı bırakalım. Milli kaynaklara dayanan, üreten, mal bolluğu sağlayan kalkınma anlayışının kurtarıcımız olacağını bilelim.
Güçlüklerin başarının değerini artırdığını unutmayalım.

Yazarın Diğer Yazıları