Ya bizim "Voldemort"lar?!
AK Parti İstanbul Milletvekili Rümeysa Kadak, "PKK'lı terörist liderlerini kanallarına çıkartarak meşrulaştıran" BBC ve Fox News'i protesto eden bir video yayınlamış. Diyor ki, "Bu uluslararası medya kanalları binlerce masum insanı katleden terörist elebaşlarıyla röportaj yapıp tüm dünyaya terör propagandası yapılmasını sağladı. Bir medya organının Zargavi, Bağdadi ya da Voldemort'la röportaj yaptığını düşünebiliyor musunuz?.. Yayıncılar terör mağdurlarına odaklanmak yerine terörist elebaşlarına ortam sağladı ve nefretlerini meşrulaştırmalarına yardımcı olarak daha da radikalleştirmeyi seçti. Masada Voldemort'lar istemiyoruz…"
***
Kadak, AK Parti'nin en genç milletvekili. Çözüm süreci başladığında 13 yaşındaydı daha; hiç imasız, bütün samimiyetimle, sadece hatırlamıyor olabilir diye yazıyorum:
O gün Oslo'da kurulan "masada" Mustafa Karasu, Remzi Kartal, Zübeyir Aydar, Sabri Ok gibi "Voldemort"lar, İmralı'da kurulan "masada" ise Abdullah Öcalan gibi bir "Voldemort" oturuyordu Türkiye'nin karşısında.
Ve…
Elbette emperyalist bir projenin gereğiydi, elbette okyanus ötesinde yapılan planların neticesiydi ama son tahlilde, ne BBC, ne Fox News, AK Parti iktidarı oturtmuştu o "Voldemort"ları o masaya!
***
Yine hatırlamıyor olabilir yahut üniversite telaşı filan gözünden kaçmıştır belki. Zira, PKK terör örgütünün cani başı Öcalan'ın mektubu, Diyarbakır Bağlar Meydanı'nda okutulduğunda ve Öcalan posterleri, PKK paçavralarıyla bezeli meydandaki bu "tarihi(!)" anlar çoğu "Türk(!)" televizyonunda canlı olarak ve övgüyle yayınlandığında, Türkiye'nin neredeyse bütün ekranları "Voldemort"ların propagandalarıyla kaplandığında ve buna karşı çıkanların kalemi o dakika kırıldığında, Kadak, 17'sindeydi.
***
Son "Voldemort"umuz Osman Öcalan!!!
Eski TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, Mart 2010'da, Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajında, Devrim Sevimay'ın, "Tuncay Güney'i canlı yayına çıkardığınız gibi mesela PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan'ı da çıkartır mısınız? O da yurtdışında yaşıyor, o da çok izlenecek açıklamalar yapıyor?" Sorusuna, "Osman Öcalan'la da yaptığımız var. Çekmecemde duruyor. Somut olarak gösterebilirim, abartmıyorum" cevabını verdiğinde, Rümeysa Kadak 14 yaşındaydı. Ne bu röportajdan, ne de TRT yasasından, bu yasa uyarınca TRT'nin "devlet otoritesini ortadan kaldırmak veya dil, ırk, din ve mezhep ayırımı yaratmak yahut sair herhangi bir yoldan bu kavramlara ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak amacı güden rejim ve ideolojilerin propagandasına yer veremeyeceğinden" haberdar bile değildi belki…
Ammaa…
PKK'lı terörist Öcalan, daha birkaç ay önceki son yerel seçim sürecinde TRT Kurdi'ye çıkarıldığında "milletin vekili" sıfatıyla TBMM'ydi; sindirdi.
Savcılık, elinde sayısız insanın kanı olan PKK'lı Osman Öcalan'ın TRT'de konuşturulmasını "ifade özgürlüğü" saydığında bugün BBC ve Fox News'e karşı çıkarken olduğu gibi milletvekiliydi; bugün dediklerinin hiçbirini -en azından kamuoyu önünde- demedi. "Bunun normalleşmesine izin vermemeliyiz" diye itiraz etmedi. Hiçbir rahatsızlık belirtisi göstermedi.
Her şeyden bağımsız tek başına değerlendirdiğimde, Kadak'ın o videoda söylediği hiçbir şey yanlış değil; aksine çok doğru. İmzamı atarım. Ama işte kendi kendimizi hükümsüzleştirdiğimiz bir sicille meydan okuyunca olmuyor, yarım kalıyor, topal ördek gibi aksıyor.
BBC, "Sen önce kendine bak" dese… Önce Kadak'ın, sonra da Türk devlet televizyonunda Öcalan'ın mesajının okunduğu anların görüntülerini yayınlasa mesela, bu genç vekilin yahut Türkiye'nin verecek bir cevabı var mı?
"Aldatıldık"ı saymıyorum!
***
Siyasetin çok acil gençleşmesi gerektiğine inanıyorum. Dolayısıyla, 17 yıllık yanlış hesabın faturasını 23 yaşında gencecik bir siyasetçiye çullanarak ödetmeye çalışmak niyetinde değilim; ödenmez de zaten.
Ve fakat, eski usul ve üslubun kopyası, tekrarı olmaktan öte gidemeyecekse neye yarar? Kağıt üzerinde gençleşse ne, yaşlı kalsa ne!
SORU-YORUM
"Türk basınının ne markalaşmış, ne usta kalemleri geldi geçti kılını kıpırdatmadı; bu da soru mu" diyeceksiniz belki ama Hürriyet gazetesinin onlarca çalışanının, yıllarca emek verdikleri gazeteden akıl almaz derecede çirkin bir üslupla kovulmasının ertesinde, Ertuğrul Özkök'ün köşesinde hâlâ sarayda ejder meyveli smoothie içememiş olmanın yarattığı hayal kırıklığını yazdığı görünce sormadan edemedim işte: Organize biçimde batırılan "amiral gemisi"ni terk etmek için neyi bekliyorsunuz, bundan dibi var mı?