Ülkenin değiştirilemeyeceği anlaşılmıştır
19 Mayıs 1919'un yüzüncü yıl dönümü, bütün baştan savmalara rağmen insanlarımız ve özellikle gençler tarafından büyük bir coşkuyla kutlanmıştır. Ülkeyi yönetenlerin, yüzüncü yıl dönümü gibi önemli bir günü, vatanın her tarafına dağılmış biçimde ve çok daha büyük tören ve şenliklerle kutlaması gerekirdi. Bu, yapılmamıştır. Ancak bu yıl dönümünde de görülmüştür ki Cumhuriyet'in bize armağan ettiği millî bayramlar halkımız tarafından benimsenmiştir ve yöneticiler nasıl davranırlarsa davransınlar insanlarımız, içlerinden gelen coşkuyla bayramlarımızı kutlamaktadır.
Ülkenin her yanı bayraklarla ve Atatürk resimleriyle donatılmaktadır. Şehirlerin meydanları doldurulmakta, yüzlerce metrelik bayraklarla caddelerde yürünmektedir. Anıtkabir gün boyunca dolup boşalmaktadır. Yüzlerce motosikletli genç konvoylar oluşturarak bayrağımızı dalgalandırmaktadır. Bu yıl teknelerin oluşturduğu konvoy da kutlamalara katılmış, bayrağımızı deniz üstünde dalgalandırmıştır. Dalgıçlarımızın bayraklı gösterileri ise hepimizi heyecanlandırmıştır.
Bu bir ruhtur ve öldürülemez. Atatürk'ün göğsünü doldura doldura gençlere, çocuklara, bütün millete "Ey Türk!" diye seslenmesi, bu kutsal vatanın taşına toprağına, havasına suyuna, yaprağına çiçeğine sinmiştir. Türk kimliğimizi silmeye çalışanlar, vatanın bütün zerrelerine ve üzerinde yaşayanların bütün hücrelerine sinmiş bulunan bir kutsal ruha karşı durduklarını anlamış olmalıdırlar.
Türk, tarih boyunca medeniyete doğru koşmuştur. Bozkırın hür ve engin ovalarından tarım alanlarına doğru göçerken medeniyete doğru koşmuştur.
10. yüzyılın ortalarında Kâşgar'daki Satuk Buğra Han ve Seyhun boylarındaki Oğuzlar Müslüman olurken medeniyete doğru koşmuştur.
11. yüzyılın ortalarında Horasan'dan kopup önce Azerbaycan'ı, Anadolu'yu, Akdeniz kıyılarını, sonra Balkanları doldururken medeniyete doğru koşmuştur.
3. Selim'le başlayan yeni ordu düzenlemeleriyle, başta mühendishaneler olmak üzere kurulan yeni okullarıyla, Tanzimat'la başlayan yeni kurumlarıyla, basınıyla ve yeni edebiyatıyla medeniyete doğru koşmuştur.
Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet, Türk'ün medeniyet koşusunun en son hamlesidir. Fakat Atatürk, Meşrutiyet Türkçülerinden aldığı ve elbette kendi fıtratında da var olan Türklük ruhunu da katarak bu hamleye büyülü bir cazibe yüklemiştir. O Türklük ruhuyla dolu medeniyet hamlesi içimize sinmiştir ve ne dinbazlıkla, ne yobazlıkla, ne de hilebazlıkla ortadan kaldırılabilir.
Türk sakin bir güçtür. Onun sükûnetini yanlış anlayanlar Türk'ü, Cumhuriyet'i, Atatürk'ü, onun getirdiği yenilik ve değerleri silebileceklerini sanmışlardır. O sakin gücün ne kadar yüksek bir potansiyel enerji taşıdığını unutmuşlardır. Türk, sakince yaşar, görür, gözlemler, sonra da gereğini yapar. Millî bayramlarımızın yüreklerden taşan heyecanı aslında gereğinin yapılacağının da bir göstergesidir.
Her makamı, her şeyi ele geçirenler ve artık her şeyin kendi planlarına göre yürüyeceğini düşünenler çetin bir kayaya çarptıklarını hâlâ anlamamış olabilirler. Türk denilen o sakin gücü, aslında biraz da kendilerinin harekete geçirdiklerinin farkına varmamış olabilirler. Ama onların kindar ve dindar söylemlerine karşı öyle bir nesil, öyle bir kuşak geliyor ki bunun önünde durmaları asla mümkün olmayacaktır.
Türk'ün medeniyet koşusunu on yıl, yirmi yıl durdurabilirsiniz, ama bu koşunun önüne asla geçemezsiniz. Türk'ün koşusunun durduğu, durdurulduğu tarihte de görülmüştür. Hatta yirmi otuz yıl değil, birkaç yüz yıl durdurulduğu da görülmüştür. Fakat Türk'ün potansiyel gücünün, yahut Atatürk'ün deyişiyle damarlarındaki asil kanda mevcut olan kudretin sonsuza dek önüne geçmek asla mümkün olmamıştır. Bundan sonra bunun mümkün olabileceğini düşünenlerin vay hâllerine!
19 Mayıs ruhu, Türk'ün yüreğini coşturmaya devam ediyor. Önümüzde TBMM'nin yüzüncü yılı, 30 Ağustos'un, 9 Eylül'ün yüzüncü yılı, Cumhuriyet'in yüzüncü yılı var.
Mevlam görelim neyler / Neylerse güzel eyler.