Türklerin eksik tek tarafı nedir?

“Bütün milletler içinde, sevgili Usbek, gerek ihtişam, gerek fütuhat azameti itibarıyla Tatarları geçebilecek millet olamaz. Bu millet cihanın hakiki hakimidir. Sanki diğer milletler bunlara hizmet için cihana gelmişlerdir. Düşün, öyle bir millet ki yeryüzünde hem imparatorluklar kurmuşlar hem de kurulmuş imparatorlukları silip süpürmüşlerdir. Her devirde kudret ve sadvetlerinin derin izlerini dünyaya vermişler, tarihin bütün çağlarında milletlerin felaket ve musibeti de kendileri olmuştur.
Tatarlar iki defa Çin’i fetih ve istila etmişler ve halen de hakimiyetleri altında tutmaktadır.
Moğol İmparatorluğu’nu teşkil eden geniş sahaları da idareleri altına almış bulunuyorlar. İran’ın mutlak hakimi olarak, Cyrus ve Güstasp’ın tahtına kurulan da onlardır. Türk adı ile Avrupa, Asya ve Afrika’da muazzam fütuhat başardılar ve böylece cihanın bu üç kıtasına hakim oldular.
Ve daha eski zamanlara gidecek olursak, eski Roma İmparatorluğu’nu yıkan hemen bütün milletler de bunlardan çıkmıştır.
Bir Cengiz Han’ın kurduğu imparatorluğun yanında, acaba Büyük İskender’in fütuhatı, azamet itibarıyla ne mana taşıyacaktır?
Bu muazzam milletin eksik tek tarafı, sadece bu kadar azamet ve ihtişamın hatıralarını tebcil edecek tarih yazarları yetiştirmemiş olmasıdır.
Hey gidi dünya hey! Nisyanın derinliklerine neler, ne kudretli ve ölmez muzafferiyetler gömülebiliyor! Onlar tarafından kurulmuş ne çok imparatorluklar var ki bizim bunlardan hiç ama hiç haberimiz yok! Bu yaman muharip millet, ancak yaşamakta oldukları devrin zaferleriyle yetinip, her devirde düşmanı vurup mağlup edeceğinden emin bir yürekle yaşamakta ve fakat mazideki fütuhatın pembe hayaliyle istikbale bakmayı hatıra bile getirmemektedir!”

* * *

Bu sözleri, 1715 yılında Montesquieu yazmış. Mehmet Niyazi Özdemir, Türk Devlet Felsefesi’nden sonra Türk Tarih Felsefesi’ni de yazdı, orada naklediyor. Özdemir ile son olarak TÜYAP kitap fuarında karşılaştık. Aynı gün ikimizin de imza günü vardı. Saatim dolduktan sonra Ötüken Yayınevi’ne ayrılan yerde kitap imzalatmak istedim. Fakat kendisi önceki kitaplarının çoğunu okuduğumu bildiğinden son kitabı “Türk Tarih Felsefesi” ni imzalayıp hediye etti.
Özdemir kitabın önsözünde diyor ki, “Montesquieu’nün bu mektubu 1715’te yazdığını unutmamamız gerekmektedir. Köprünün altından çok sular aktı. Şimdi ise tarihimizi didik didik etmeye mecburuz. Geçmişte bizi büyük yapan ne idi? Hangi özelliklerimizi kaybettik ki iki yüz elli yıldır yüzümüz gülmüyor. İbn Haldun, ’Su nasıl suya benzerse, bir milletin geleceği de geçmişine öyle benzer’ diyor. Bu sözün gerçeği ifade edebilmesi için milletin mazidekiyle haldeki durumu birbirine benzemelidir; aksi takdirde özelliklerini yitirmiş bir milletin geleceğinin geçmişine benzemesine imkân yoktur. İşte bizim Rönesansımız burada yatmaktadır. Mazimizi, tarihin rehberliğinde sosyoloji, sosyal psikoloji ve kültür hayatıyla ilgili diğer bilimlerin projektörleriyle tarayıp büyüklüğümüzün sebeplerini tespit ederek, onları bugünlere taşımanın, yani modern anlayışla buluşturmanın yollarını aramalıyız.”

* * *


Özdemir, Atatürk’ün adını vermeden, “Milletlerin geleceği için tarihi yazmak, yapmak kadar önemlidir” sözünün ne kadar tekrarlanırsa tekrarlansın değerinin aşılamayacağını söylüyor ve ekliyor:
“Dönemimizde ileri milletlerin hayatlarına bakınca, milli kudret ve medeniyet hamlelerini tarih şuuruyla yaptıklarını müşahade ediyoruz. Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki tarihi yazıp onu bir kültür ve şuur kaynağı haline getirmedikçe, toprak altında kalan yeraltı zenginlikleri gibi hiçbir anlam taşımaz!”
Bugün Avrupa’nın neden “Türk tarihinin hakkından gelmek” için uğraştığı belli değil mi?

Yazarın Diğer Yazıları