Türkiye'nin 'rövanşlar ülkesi'ne dönmemesi için

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 7 Eylül 2016'da bizlere yapılan komploda yanımızda yer aldı, çıktığı her platformda adâleti savundu… Televizyonlarda, canlı yayınlarda, sosyal medyada… Üstelik bunu yaparken şunları söyleyerek: "Bu arkadaşlar köşelerinde bizi eleştiren gazeteciler ama ben burada bir ilkeyi savunuyorum…"

Doğru, bizler fazlasıyla eleştirmişiz… Özellikle de çözüm sürecin öncesinde ve çözüm sürecindeki CHP'nin adeta onay anlamındaki tavırlarını… 'Cumhuriyeti kuran' kimlikten ne zaman uzaklaşırsa yine eleştiririz…

Bu, işin bir tarafı… Diğer tarafı ise, tıpkı Kılıçdaroğlu'nun bizler için yaptığı gibi 'ilkeyi savunmak'… Türkiye'nin ana muhalefet partisinin lideri 'adalet' için yürüyor; kırmadan, dökmeden, tabanını provoke etmeden, kendisine yönelik tahrik cümlelerine olgun cevaplar vererek…

Benzer tavrı 'hayır' kampanyasında da sergilemişti… Karşısındakiler ondan 'bloklaştırıcı' bir dil, klasik 'bizden-sizden' üslubu, hatta radikal sol ve HDP'ye göz kırpan kavgacı bir çaba beklemişlerdi… O ise son derece sakin ve toparlayıcı bir dil tutturmuş, bu hâliyle kendisini kavgaya ve bloklaştırmaya hazırlamış muktedir çevreleri hayal kırıklığına uğratmıştı… Zaten muktedir çevrelerden gelen "Bunlar rol yapıyorlar, gerçek yüzleri bu değil, Meclis'te nasıl da kavga ediyorlardı, bu kadar değişmiş olamazlar" şeklindeki açıklamalar bu hayal kırıklığını gösteriyordu…

***

Bu gün de sadece 'adalet'i esas alan, ideolojik vurgulara ve hatta CHP'liliğe bile atıf yapmayan yürüyüş doğru ve haklı bir çerçevede yürüyor… 'Adalet' hissinin bu kadar örselendiği, ülkenin içine savrulduğu 15 Temmuz ihanetinin siyasî gücü pekiştirmede kullanıldığı bir ortamda ülkenin ana muhalefet partisinin lideri elbette sessiz kalamazdı…

Yakın geçmişte "Bu anayasayı tanımıyorum… Anayasa Mahkemesi'nin o kararına saygı duymuyorum…" gibi beyanların havada uçuştuğunu hatırlarsak ve bugün 'yargı kararlarına saygı'ya çağıranların aynı ağızlar olduğunu bilirsek, 'adalet' ihtiyacının nasıl da ertelenemez bir ihtiyaç olduğunu herkesin kabul etmesi gerekiyor…

Son derece masum bir çağrı yürüyor İstanbul'a doğru… Gün geldi, adalet 12 Eylülcülere de lâzım oldu… Gün geldi, 'post-modern' diye ifade edilen ve sahiplerince "Bin yıl sürecek" diye övünülen 28 Şubatçılara da…

Ergenekon ve Balyoz davasının yürütücüleri ne kadar da güçlüydüler değil mi? Hiç bitmeyecek diye düşündükleri devrin onlara verdiği büyük imtiyazlarla ne kadar da pervasızlardı… Bugün yurt dışında sığınacak yer arayan bu kişilerin dün sırtları sıvazlanıyor, makam kapılarındaki tabelalar büyüyor, altlarına zırhlı arabalar verilerek medyada parlatılıyorlardı… Şimdi o 'parlatıcılar' onlara söverken, onlar ezdikleri yok ettikleri adaleti arıyorlar belki de…

Kim şimdiki gücüne çok güvenip, onu kıyamete kadar sürer zannediyorsa, hem yakın geçmişe, hem de tarihe bakarak ibret almalı… Herkesin herkes için daha fazla adalete, daha fazla hukuka ve daha fazla demokrasiye ihtiyacı var…

***

Aynı sınırlar içinde ama kendimize tahsis ettiğimiz 'adacıklar'ın ortasında huzurla sürdürebileceğimiz hayat ve buna imkân verecek dünya yok artık… O yüzden, birbirimizle barışık, bir arada yaşama iradesine sâdık, ötekileştirmeyen, alt kimlikleri ve 'bizden-sizden' aidiyetlerini değil herkes için hukuku esas alan bir anlayışı benimsemek durumundayız…

Adaletsizliği kendi gücümüzü pekiştirmek için 'manivela' yaptığımızda bunun bedelinin hep birlikte öderiz ve maalesef ülke birbirini haklamak için fırsat kollayan 'rövanşlar ülkesi'ne dönüşür… Hep kan kaybeden biz oluruz…

"Adaletin bir gün herkese lâzım olacak" kalıbı bir 'beylik lâf'tan öte ortak bir ihtiyacın altını çiziyor… O yüzden Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşüne "CHP'liler yürüyor işte" veya "Bunlar yeni Gezi olayları hazırlıyorlar" sığlığında bakmamak gerekiyor…

Yazarın Diğer Yazıları