Türkiye’nin genç horozları!
İşimin bir parçası olmasa, köşe yazılarının çoğunu hiç okumayacağım. Kalite o kadar düştü. Sırf yandaşlık için yazılan yazılara ne gerek var.. Tayyip Erdoğan politikalarını en iyi savunan üç kişi olan Bekir Bozdağ, Nihat Ergün ve Suat Kılıç’ın konuşmalarının aynısını bütün gazetelerin köşelerinde de görmenin ne anlamı var? Gerçi bu üç siyaset adamı, Tayyip Erdoğan ne derse desin, ne hata yaparsa yapsın onu en iyi şekilde savunarak bakanlığa atandı ama medyadaki bu kadar yandaşın hepsini daha iyi bir mevkiye getirmek mümkün olmasa gerek. Belki RTÜK üyesi yaparlar, belki TRT veya Anadolu Ajansı’nda önemli bir göreve getirirler ama yalakalıkla gazetecilik bir arada yürür mü?
***
Her neyse, kaliteli yazılar da var. Bence son zamanların en ilginç köşe yazılarından birini 20 Nisan 2012 tarihli Yeniçağ’da Prof. Dr. Ümit Özdağ yazdı.
Özdağ, “Küçük Tavuk” başlıklı yazıda emekli bir generalin anısına yer verdi. Emekli general ABD’de bir askeri okulda Amerikalı subaylar ile birlikte girdiği bir dersi anlatıyor.. Ders bir çizgi film ile başlıyormuş. Yaşlı bir horozun idaresinde bulunan kümese bir tilki dadanıyor. Yaşlı horoz, deposundaki mısırları idareli olarak tavuklara dağıtıyormuş. Tilki, kümesin tellerinde küçük bir delik açarak, genç horozlardan birine mısır vermeye başlıyor, her defasında yardımı artırıyor, öyle ki bir süre sonra, tavuklara daha fazla mısır veren genç horozun, kümesin hakimi olmasını sağlıyormuş. Derken, genç horozun komutasındaki tavuklar, artık tilkinin bahçeye ve daha sonra yola serdiği mısır tanelerini yemek için yaşlı horozu dinlemeyip dışarı çıkıyor, hatta tilkinin mağarasına kadar gidiyormuş. Film de burada bitiyormuş.
Ve dersin hocası kürsüye çıkarak, “İşte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir” diyerek derse başlıyormuş..
Türkiye’ye uyarlarsak, tilki Graham Fuller, yaşlı horoz Erbakan, genç horozlar bir zamanların Fazilet Partisi içindeki “Yenilikçiler”i Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül değil mi?
Fuller, “Fazilet Partisi’ndeki gençlerin baskın çıkacağı ve Yenilikçi Hareketin ılımlı İslâma liderlik yapacağı” nı söylüyordu! Fuller bu sözleri 1996’da Gül ile gizli bir görüşme yaptıktan sonra söylemişti.
İki genç lider, iktidar olunca, Türkiye’yi bütünüyle ABD’nin Genişletilmiş Büyük Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi’nin askeri haline getirdi. Öyle ki AKP iktidarı ABD’nin “İslam içi çatışma stratejisi” nin gereğini uygulayarak, İslam ülkeleri arasında Şii-Sünni gerilimini başlatırken, ülke içinde de benzer bir tutum izlemeye başladı.
***
İlginçtir, Özdağ’ın yazısından bir gün sonra Prof. Dr. Mahir Kaynak, “Hedef ve araç” başlıklı yazısında darbelerin arkasındaki yabancı güçlerin nasıl çalıştığını inceledi:
“Yabancı güçler önemli saydıkları ülkelerde siyasi operasyonlar yapmak için önceden hazırlanır. Bu ordu beslemeye benzer. Dünya ölçeğinde ya da bölgesel olarak etkili olmak isteyen ülkeler diğer ülkelerde bir yapı oluşturur ve gerektiği zaman bunu kullanır.
Bu yapının temeli iktisadi güçtür. Aktör devlet diğer ülkede seçtiği kişilere sermaye vererek, teknoloji sağlayarak ya da bayi yaparak zenginler yaratır. Bu kişiler ülke içinde medyayı, siyaseti, eğitimi etkileyecek faaliyetlerde bulunurlar.
Şartlara göre desteklenen ideolojiler farklılaşır. Mesela 12 Eylül’de sol ve milliyetçi görüşler birbiri karşısına çıkarılmıştı. 28 Şubatta irtica tercih edildi. Bir ülkede halkın kolayca destekleyeceği ideolojiler tercih edilir ve bunlar siyasi hedefe hizmet edecek şekilde
kullanılır.”
***
Tabii dünyada sadece bir tilki ve bir kümes yok! Nitekim, Suriye ile sorun çıkaran ABD’nin asıl hedefi İran’dır. İran nükleer güç olursa, ABD’nin küresel projelerinin tamamı iflas edecektir. Fakat, İran, Irak, Suriye ve Lübnan gibi ülkeler, ABD, İsrail ve onların politikalarını uygulayan Türkiye aleyhinde bütünleşti. Hatta, Irak Başkanı Maliki, “Türkiye düşman ülke haline geliyor” dedi.
Nihayet, bu hattın arkasındaki asıl güç olan Çin ve Rus donanmaları da Sarı Deniz’de, ortak bir tatbikata başladı.
Gerçi geniş kitleler, “Ne atom bombası/ ne Londra Konferansı/ Bir elinde cımbız, bir elinde ayna/ Umurunda mı dünya” şiirini hatırlatacak durumda ama herkes aynı geminin içinde...