Türkiye Suriye çıkmazında
11 Şubat 2012’de yayımlanan “Suriye nereye kadar” başlıklı yazımda, Suriye’deki durumu ve olaylar karşısında Türkiye’nin nasıl bir politika izlemesi gerektiğini değerlendirmiştim. Bu değerlendirmede, Türkiye’nin infiale kapılmadan ve telkinlere itibar etmeden insani çizgide hareket etmesinin, çözümde askeri müdahaleyi dışarıda tutmasının, şiddetin sonlandırılmasına yardımcı olacak diplomatik gayretlerini devam ettirmesinin fayda getireceğini belirtmiştim. Kendi topraklarında insani yardım çalışmaları yapmasının uygun olduğunu, Suriye tarafında tampon bölge veya koridor gibi uygulamalarda, BM kararı ve/veya Suriye yönetiminin rızasının alınması gerektiğini açıklamıştım. Çözümde rol oynamak ve gelecekteki ilişkilerde düşmanlıklardan kaçınmak için tarafların tepkisini çekecek davranışlardan uzak durmasının gerekli olduğu vurgulamıştım.
Türkiye, Suriye’deki olaylardan ötürü söylemlerini gittikçe sertleştirmekte, ancak nasıl bir hareket tarzı izleyeceğini açık olarak belirtmemektedir. Diğer taraftan Batı’nın da bu konuda dış ve iç faktörleri dikkate alarak açık bir tutum izlemediği, hatta ne yapacağını da kestiremediği bilinmektedir. Rusya ve Çin’in ikna edilebilmesi halinde tampon veya koridor bölgenin yanında uçuşa yasak bölge oluşturulması üzerinde durulmaktadır. Türkiye’nin söylemlerinde, insani faktörlerin rol oynadığı göz ardı edilemez. Ancak başta ABD olmak üzere Batı’nın, Suriye’deki duruma müdahalede netlik kazanmayan tutumu ve bu konuda Türkiye’yi ön planda görme arzusunun, Türkiye’nin söylemlerine etki ettiği de kabul gören bir durumdur.
***
Başta ABD olmak üzere Batı’nın, Suriye’deki olaylara ve yönetime bakış açısı insani olmaktan çok politiktir. Yönetimin bir an önce değişimi istenmektedir. Bunun sebebinin bölgede mezhepsel bir hâkimiyet oluştuğu endişesidir. Suriye yönetimi Şii İran tarafından desteklenmektedir. Desteklenme sebebinin, Suriye’nin bir ileri karakol olarak görülmesinden ve düşmesi halinde sıranın kendisine geleceği düşüncesinden kaynaklandığı açıktır. Ancak diğer taraftan yönetimlerin mezhepsel benzerliği de bu destekte önemli bir faktör olarak görülmektedir. Irak yönetiminde de Şii bir Başbakan bulunmakta ve İran’ın da etkisinde kalmaktadır. Dolayıyla İran-Irak-Suriye kuşağı, Şii bir kuşak olarak nitelendirilmekte ve bu durumdaki Körfez ülkelerinin de sempatisini kazanabileceği değerlendirilmektedir.
Oluştuğu değerlendirilen Şii kuşak karşısında Sünni bir cephe oluşturularak bu Şii kuşağın etkisizleştirilmesi düşüncesi, uygulanmak istenen stratejilerde önemli rol oynamaktadır. İşte Türkiye’nin bu düşüncenin bir parçası olması, hatta buna önderlik etmesi düşüncesi bu yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin Sünni olan muhalefete verdiği destekte insani yaklaşımların yanında, Batının telkinlerinin ve kendisinin de böyle bir algılama içinde olmasının etkili olduğu kıymetlendirilebilir.
***
Suriye’deki olayların, muhalefetin Batı tarafından açık ve etkili bir şekilde desteklenmesi sonucunda iç savaşa doğru sürüklenebileceği, iç savaşın başlangıçta sadece Suriye’de cereyan edeceği, sonra bölgesel bir nitelik kazanabileceği değerlendirilmektedir. Rusya, Çin, İran, Irak ve Lübnan’ın desteği devam ettikçe de bu iç savaşın uzun süreceği düşünülmektedir.
Esad yönetimin PKK’yı, hem Türkiye’ye, hem de Suriye’deki Türkmenlere karşı kullanıldığına ilişkin bilgiler mevcuttur. Ortaya çıkacak kargaşa içinde, Suriye’deki % 6 kadar nüfusa sahip olan Kürt grupların özerklik veya bağımsızlık ilan edip, Barzani ile bütünleşmesi olasılığı da bulunmaktadır. Ayrıca geçen haftaki yazımda ifade ettiğim senaryo içinde İran’a yapılacak bir NATO müdahalesinin İran Kürtlerini de hareketlendirilebileceği dikkate alınmalıdır. Bu durumda Batı’nın, Barzani’nin ve diğer Kürt grupların hayal ettikleri Büyük Kürdistan’a doğru olası bir gelişme gözden uzak tutulmamalıdır.
***
Türkiye’nin bütün bu faktörleri dikkate alarak, başlangıçta belirttiğim çerçevede davranış sergilemesi önem arz etmektedir. Suriye için takip edeceği politika ve stratejilerin, İran ve Irak’la olan ilişkileri de etkileyeceği hesaba katılmalıdır. Bu gelişmelerde Suriye’de, sayılarının 2-3 milyon arasına olduğu tahmin edilen ve en azından Suriye nüfusunun %10’nunu oluşturan Bayır-Bucak Türkleri başta olmak üzere bütün Türk/Türkmenleri denklem içinde tutması da dikkate alınmalıdır.