Türkiye kontrolü kaybediyor!
Kim ne derse desin ve ne düşünürse düşünsün; bütün ters sonuçlarına ve tehlikeli gelişmelerine rağmen Türkiye'nin, nedense terk edemediği en azından değiştiremediği Orta Doğu politikası artık tamamen "iflas etmiş" bulunuyor.
Özellikle, tüm dış politika kesinlikle rayından çıkmış görünüyor.
Ne yazık ki günlük tavırlar, zikzaklar, çelişkiler ve çifte standartlar Türk dış politikasını adeta bitiriyor.
Kısacası, kontrolün elimizden kaydığını bütün dünya biliyor.
Nereden nereye gelindiğinin ve işlenen hataların sorumluluğunun bir "muhasebesi"nin yapılması gerekiyor.
Libya gafletinden sonra, içine düşülen Kuzey Irak tuzağı ve Suriye girdabı, Türk dış politikasının "iflas" yolunu açtığı zaten kabul ediliyor.
Üstüne üstlük, Rusya ile girişilen "tehlikeli" ABD ile oluşan "gergin" ilişkiler, Türkiye'nin dış politikasının temellerini ortadan kaldırma dönemini başlattığı gerçeğini de yansıtıyor.
Her ne kadar, ABD son günlerde yine "vites" küçültmüşse de, Türkiye "yalnızlık" içinde bocalıyor.
Bırakın her şeyi, Suriyeli sığınmacıların durumu bile büyük sorunlar yaratırken, endişeyle izleniyor.
Bunalım derinleşiyor
"Arap Baharı" safsatasıyla birlikte, tehlikelerine bir bir dikkatleri çektiğimiz "bunalım" gün be gün daha da derinleşiyor.
Suriye ile olan gerginliğimizin boyutları, her an daha hassas hale geliyor.
Olumlu beklentilere rağmen Suriye'deki iç çatışmanın daha aylarca sürebileceği sanılıyor.
Bu arada, Suudi Arabistan'ın görüş değişikliği de yeni yeni sorunlar yaratıyor.
Yani hem "mülteci dalgaları" hem "çeşitli suçlamalar" veya "iddialar" Türkiye'nin baş belası olmayı sürdürüyor.
En önemlisi, Irak'ın Kuzeyi'ndeki Kürt oluşumunun alacağı mesafe, bu arada PKK'ya sağlanacak gücün, karşımıza çıkışının hesap edilmesi icap ediyor.
Nereden bakılırsa bakılsın, Türkiye'nin tehlikeli bir tuzağa düşürüldüğü anlaşılıyor.
Her an, umulmadık beklenmedik gelişmeler karşımıza çıkıyor.
Kaldı ki, ülkemiz "mezhep" konumu itibarıyla da çok hassas bir durum ve konumda yer alıyor.
Türkiye'nin, her ne pahasına olursa olsun, üzerine giydirilen elbiseyi bir an önce çıkarmanın yollarını bulması beklentisi, büyük halk kitlelerini yakından ilgilendiriyor ve sabırsızlandırıyor.
Aslında, Orta Doğu'nun var oluşu Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışıyla başlıyor.
Sömürge güçlerin ürünü
Ilan Pappe'nin "Orta Doğu'yu anlamak" eseri, başlı başına bir kaynak oluşturuyor.
Özellikle, Osmanlı İmparatorluğu'nun gizemi, etkisi ve sonrasında parçalanan haritalar göz önüne seriliyor.
Yazarın, görüş ve iddiaları günümüzün görüntüsüne çok eşleşiyor:
"Birinci Dünya Savaşı'nın galip güçleri, Orta Doğu'yu stratejik çıkarlarına en uygun şekilde nasıl böleceklerini, yerli halkla daha az ama kendi aralarında uzun uzun tartıştılar.
Son kararlar verilmeden önce çok fikir değiştirdiler.
Orta Doğu'nun ulus-devlet gibi siyasi yapıları ilk kez tanımlayan son sınırları, yerel halkın isteklerini, onların etnik ve dini kimliklerini ve Osmanlı dönemindeki idari bölünmeyi biraz da olsa dikkate alan sömürge güçlerinin ürünü oldu.
1923'te diplomatik manevralar sona erdi ve Orta Doğu'da yeni siyasi haritacılık ortaya çıktı.
Süreç, ilki Fransa Versailles'da 1919'da yapılmış olan Barış Konferansı'nın İsviçre'nin Lozan kentinde yapılan son bölümünde törenle sonra erdi.
Sonra çeşitli bölgeler bir güçten diğerinin eline geçti ama 1923'teki haritanın dış hatları, 21. yüzyılın başında hâlâ aynı. İngiltere 1924'te, hem Orta Doğu hem de Afrika'da bağımsız bir İngiliz üssü yapmak için Sudan'ı Mısır'dan ayırdı.
Suriye toprakları, bir yandan Fransız İmparatorluğu'nun böl ve yönet politikası, öte yandan farklı etnik ve dinî grupların yerel istekleri yüzünden bölündü ve sonradan yeniden birleşti."
Görülüyor ki Suriye, yıllardan beri badireler yaşayan bir ülke konumundan bir türlü kurtulamıyor.
Artık, ülkemizin böylesine durumdan bir an önce kurtulması için dua etmekten başka elden bir şey gelmiyor.