TERÖRİZMİN POSTACILIĞI!..
Adına Ergenekon denen dava sürecinde neler yazılmıyor, neler?
İşin ucunun değmediği yer kalmadı. Bunlardan en önemlisi Türk
Ordusu.
TSK ile ilgili haberlerde, ordunun darbe yapıp yapmayacağı, bölünüp bölünmediği, içindeki sızmalar, telefon dinlemeler, emekli komutanların başına gelenler ve benzeri gelişmeler yazılıyor.
Bu arada, dünyanın bile “terör örgütü” listesinde yer alan PKK’nın dağdaki başı Karayılan’ın “postacılığı” yapılıyor; mesajları Türk kamuoyuna iletiliyor, “Bunlar muhatap alınamaz” demesi beklenen makamlar bu mesajları ciddi ciddi tartışıyor!.. Bir başka Genel Yayın Yönetmeni ise, “Ben de İmralı’nın -APO’nun- postacısı olurum” diyor!.
Neler oluyor, neler?
HANİ TERÖR VE TERÖRİSTİ ÖVMEK YASAKTI?
Hani terör örgütü propagandası yapmak yasaktı?.. Hani onlarla işbirliği yapmak, terör ve teröristi övmek yasaktı? Yapanlar ağır cezalara çarptırılır ve toplum önünde küçük düşürülürdü?
Oysa, terör örgütü PKK olunca tam tersi oluyor. “Teröristin postacıları” ülkemizde çok makbul oluyor, büyük gazetecilik yapmış sayılıyor, devlet adamları bile işi ciddiye alıyor!.. Pes ki pes!..
Bu gelişmelerle ilgili olarak aslında değişen bir şey yok. Şu fâni ömrümüz aynı martavalları dinlemek ve yazmakla geçiyor, ona üzülüyorum.
Bakınız, tam 8,5 yıl önce (13 Ocak 2001’de), Ceviz Kabuğu programında konuşturduğum eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Emekli Oramiral Salim Dervişoğlu neler demişti. Bunları “Yakın Zamanlar Tarihi” adlı kitabıma da alarak, unutulmamasını arzulamıştım. Demek ki unutulmuş.
Eski DKK Dervişoğlu, “12 Eylül öncesi Ordu da bölünmüştü!” demişti. Özetle veriyorum:
“12 Eylül’e takaddüm eden günlerdeki Türkiye’nin görünümü vahimdi. Ordu bölünmüştü, polis bölünmüştü. Güvenlik güçleri bölünmüştü, sağ ve sol diye ayrılmıştık.
Ordunun içinde de sağcılar solcular vardı. Bunlar da dışarıdaki sivil teşekküllerin uzantıları halinde idi. En azından onlarla birlikte hareket ediyorlardı. Ordunun içinde militanları vardı bunların. 12 Eylül öncesi bunlarla da mücadele etmek zorunda kaldık biz. Bugün nasıl ordu içindeki irtica yanlılarını temizliyor, aşırı ideolojik akımlara kapılanları temizliyor, kendini bu tip şeylerden uzaklaştırmak istiyorsa, o zaman daha büyük boyutlarda biz bunlarla uğraştık.
Bir defa şunu hiç unutmayalım. Ordu başka devletin ordusu değil. Türk ordusu. Türkiye’nin genelinde meydana gelen hastalıkların, iç bünyedeki istikrarsızlıkların orduya da aksetmesi kaçınılmaz. Başka bir unsur değil ki bu. Ama ordu bunlarla mücadele ederek kendini barındırmak ve hiyerarşik yapısını muhafaza etmek mecburiyetindedir.”
PKK’NIN
DESTEKÇİLERİ..
Yine yıllar önce, 20 Nisan 2005’te, PKK’nın bugünkü geleceği nokta Genelkurmay Başkanı tarafından işaret edilmişti. Bugün farklı tartışmaların içindeki E. Orgeneral Hilmi Özkök, “Yıllık Değerlendirme” toplantısında, “Terör örgütü, isteklerini AB vasıtasıyla dikte ettiriyor” demişti. (Bakınız: “Ey Türk İstikbali’nin Evlâdı-2” adlı kitabım.)
O konuşmayı değerlendirirken şöyle yazmıştım:
“Terör örgütünün söylemleri ‘aydın’ geçinen bir çok ‘karanlık bilim adamının’söylemi hâline geldi. Aynı yaklaşımı bazı belediye başkanları, bazı gazeteciler, bazı politikacılar, bazı işadamları, bazı üniversiteler ve bazı avukatlar gösterdi.(...)
PKK’nın politikacısı, işadamı, gazetecisi, belediye başkanı ve avukatı varsa, savcısı olamaz mı?..
Yakın gelecekte, ‘Cumhuriyeti’korumakla görevli bir savcının, ‘terörü ve teröristi’korur duruma geldiğini, düşünmek bile istemiyorum.”
* * *
“Ne günlere kaldık” demenin anlamı olmadığını bir kez daha yazmaktan sıkılıyorum.