Terör köpeklerinin ağıla soktuğu insanlar!

Danıştay saldırısından sonra 19 Mayıs 2006 tarihinde “Terör köpeklerinin sürüklediği koyun ağıllarına girenler var!” başlıklı bir yazı yazmıştım:
“Terör hareketlerinde milletin ve devletin sorumluluğunu taşıyanların ilk olarak göz önüne alması gereken konu, bu saldırılarla, halkın, nereye doğru yönlendirilmek istendiğidir.
Halk da meseleye, ‘Devletimi nereye sürüklemek istiyorlar?’ diye bakmalıdır.
ABD, 11 Eylül saldırısını bahane ederek, Afganistan ve Irak’ı işgal etti.
Danıştay saldırısı için de ‘Cumhuriyetin 11 Eylül’ü’ ifadesi kullanılıyor! Peki, Türkiye Cumhuriyeti’nin zinde güçlerinin bu saldırı sebebiyle nereye saldırması gerekiyor? Daha doğrusu nereye saldırtılması öngörülmüş?
İstanbul’daki büyük terör eylemlerinden sonra Nevzat Erkeskin adlı okurum müthiş bir benzetme yapmış ve eğitilmiş köpeklerin, koyunları ağıla sokması gibi terör eylemlerinin, insanları bir ağıla sokmaya çalıştığını yazmıştı:
‘İngiltere’de İskoçya’da koyun çiftliklerinde koyun köpekleri vardır, bu köpekler gerçekten yetenekli hayvanlardır, koyunları otlaklara götürür ve getirir, sürüden bir koyunun ayrılmasına müsaade etmez. Bu köpekler sürünün sağında solunda dolaşarak bir bütün olarak koyunların hareket etmesini ve ağıla girmesini sağlar!
İşte bu bombalama olayları da tıpkı köpeklerin koyunları ağıla sokması gibi bütün insanlığın bir sürü psikolojisine kapılmasını ve istenilen ağıla girmesini sağlamak amacına dönüktür?’
Şimdi soruyu şöyle soralım.
Danıştay baskınını düzenleyenler bu olay ile geniş kitleleri hangi ağıla sokmak istiyor?”


***


Danıştay baskınını, Türkiye’nin güvenliğinden sorumlu olanların da yargılandığı davayla ilişkilendirdiler ve onlar üzerinden, milli direnci kırmaya hatta tamamen yok etmeye çalışıyorlar. Fakat mesele de zaten budur... Türkiye’nin güvenliğinden sorumlu olanlar kendi güvenliklerini sağlayamamışlardır.
Balyoz Davası’nda mahkûm edilen, dönemin Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümamiral Semih Çetin, “Bir İhanetin Öyküsü” adlı kitabında bu durumu şöyle ifade etmişti:
“Kitabın ismini ‘Bir İhanetin Öyküsü’ koydum. ‘Bir Komplonun Öyküsü’ değil. Çünkü güvendiğimiz kişi ve kurumların ihaneti olmasaydı bu komplo başarıya ulaşamazdı. Komplocular sahte belgeleri hazırlarken hiç özen göstermemiş, binlerce hata yapılmış. Neden? Çünkü başarıdan eminler. Bu hukuk ayıbına dur diyebilecek konumda olanların ihanetini öngörmüşler.
* Aslında son derece birikimli olan sanık subayların yaklaşan tehlikeyi çok önceden görmesi, önlem alması gerekirdi. Çünkü yaşanan olaylar doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bekâsı ile ilgiliydi. Biz askerdik. Birinci öncelikli görevimiz bekâmızı sağlamaktı. Bunu yapamadığımız anda diğer hiçbir görevi başarmamız mümkün değildi. Yapamadık. Belki de ihmalin bedeli, esaretimiz oldu.
* Güvenliğimize yönelik asıl tehlikenin farkında değildik. Günlük işlere kendimizi kaptırmış, debisi çok yüksek bir nehirde sürüklenen insanlar gibi, nereye doğru gittiğimizi bilmeden hızla akıp gidiyorduk. Umarım bir şelaleye doğru sürüklendiğimizi anladığımızda çok geç olmaz..
* Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, her fırsatta TSK’nın ‘asimetrik psikolojik harekât’a maruz kaldığını söylüyor, bundan duyduğu rahatsızlığı dile getiriyordu. Bu doğru bir teşhisti. Ancak buna karşı ne yapıldığı hakkında bırakın kamuoyunu, TSK personelinin en ufak bir bilgisi yoktu...”


***


Türkiye’nin düşmanları, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içine nüfuz ederek bir operasyon yapmışsa, bunu önleyecek olan, dönemin komutanlarıydı. Önlemedikleri gibi bazıları, 27 Nisan’da danışıklı bir süreç başlatarak Türkiye’nin kaderini etkileyecek ters operasyonlar yaptılar. Dolayısıyla bir çözüm bulunacaksa, düğüm buradadır!

Yazarın Diğer Yazıları