Terk edilen Babıali
Gazetecilikte ne kadar eski olduğunuzu anlatmak için tek kelime yeterlidir; "Babıali"denim. Benim meslek başlangıcım 13 Haziran 1966. Yarım asrı çoktan geri bıraktım. Ancak yolum ne zaman Nuruosmaniye'den geçse tuhaflaşırım. Uzun süre kendime gelemem. Çünkü dört bir yandan anılarım fışkırır. Altemur Kılıç'ın Cağaloğlu Meydanı'nda dolmuşa "Cağaloğlu, Cağaloğlu" diye bağıran sesini duyar gibi olurum. Merhumun telefon ahizesini eline almadan "aloo, aloo" demesini hatırlarım. Hüzünlenirim. Meserret'ten aldığım poğaçalar, İstanbul lokantasında yediğim pilav üstü kuru fasülyeler... Bunları unutabilmek mümkün mü?
Gördüğünüz gibi bugün tam nostalji yaşıyorum. Sebebi Hüseyin Movit dostumun bana yolladığı bir yazı. Sahibi Babıali ustalarından; Engin Köklüçınar. Tesadüfe bakın onunla Bediî Faik'in Dünya gazetesinde bir tek gün birlikte çalıştık. Akkan Suver ile ayrıldıkları gün işbaşı yaptım. Köklüçınar'la ilgili iki tespitimi yazmalıyım. Öncelikle mükemmel insan. Yanı sıra iyi gazeteci. Şimdi onun Babıali tespitlerini yayınlayacağım. Durum dergisi, Dünya ve Tercüman gazeteleriyle üç durak yaptığım yerin... Böylece o günlerden kalanlar, anılarını tazeler. O yılları bilmeyenler ise bir şeyler öğrenirler.
Kayıtlar
"Oto parka sırtımı çevirdim, sokağa girdim. Karşımda Türk basınında devrim yaratan Sedat Simavi'nin Hürriyet'i. Şimdi turistik eşya satan bir bina. Pek bakamıyorum. Gerçi bina da bana bakmıyor. O rölyef yok. Ustalardan kimse yok. Arkadaşlar dersen, onlar da yok. Ne acıdır ki, bu reformist gazetenin burada yıllarca bulunduğunu belirten bir tabela, bir yazı bile yok. Ya belediyenin ya da mesleki kuruluşlarımızın kabahati. Belki de Hürriyet gazetesinin sahiplerinin.
Geriye Nuruosmaniye'ye dönmek istedim. İlk köşede noter mi, savcı mı ismini Sabit Bey diye hatırladığım tanınmış bir şahsın muhteşem bir binası. Karşı köşede ise gazete bayii Abdullah'ın Barakası. Hemen arkasındaki dükkanda Şair İbrahim Minnetoğlu'nun kitapevi. İlk sol köşede Atatürk'ün manevi kızı rahmetli Ülkü'nün bilmem kaçıncı eşi Kemal Doğançay'ın, Doğançay iş hanı vardı. Akkan'la bizim üç kişinin bir arada durması mümkün olmayan, üçgen şeklindeki ilk büromuz. O zamanki ifadesiyle yazıhanesi. Kalkınan Köylü'yü orada hazırlıyorduk. Büromuz küçük fakat inancımız büyük. Aynı binada hem Anadolu Ajansı, hem avukat büroları, hem de bizim yerimiz. Sonra yıllar geçti, Anadolu Ajansı binanın tamamını satın aldı ve modaya uyarak Babıali'yi terk edip Topkapı'ya gitti.
Nuruosmaniye Caddesi'ni adımlıyorum. Sağda saray gibi girişiyle Benice Han var. Son Telgraf ve Gece Postası'nın Etem İzzet Benice'nin iş hanı. Ya şehidimiz Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Çetin Emeç ile Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin eski Genel Sekreteri ve Cumhuriyet Gazetesi yazarı Leyla Tavşanoğlu'nun babası Selim Ragıp Emeç'in Son Posta'sı.
Ilıcak'ın Tercüman'ı
Kapalıçarşı'ya doğru yürüyoruz. Abdi İpekçi ile şaha kalkan Milliyet'in Babıali'deki son mirası. Bu da tıpkı Hürriyet gibi turistlere yönelik lüks bir yer olmuş. Üst katı da şimdi ünlü Nar Lokantası. Ve hemen arka sokağında Kemal Ilıcak'ın Tercüman'ı... Sakın Şevket Rado'nun Hayat'ını unuttum sanmayın. Bizim Basın Müzesi'nin arkasına dayanmış Hayat ve Ses'in binasına baktım. Vallahi kağıt deposu mu bir şirketin yönetim merkezi mi anlayamadım. Durup aptal aptal bakınca, güvenlikteki adam -kim bu moruk sabah sabah- dedi içinden herhalde ki, ters ters bana baktı. Ürktüm. Sonra Son Havadis'in sokağına giriyorum. Yani Şerefefendi Sokağı. Mustafa Özkan'ın kulaklarını çınlatarak. Orası da iş hanı. Bir sürü atölyeler, kuyumcular, turistik eşya yapımcıları. Aklıma Mithat Perin'in Ali Hendekçi'nin Ekspres'i geldi. Bu sokak bereketli bir sokak. Son Telgraf ve Gece Postası da var. Var, var da ne tabelaları var, ne de orada bunların ruhu... Tabii her taraf otel, pansiyon, kafe.
Bir saate yakın zamanda dolaştım Babıali'yi. Yalnızken o kadar güzeldi ki. Aklımda kalan binaları seyrettim. Kimi aynı sevgiyle baktı bana kimi hiç aldırmadı, bir çoğu da mahsun, sıkıntılı ve hüzünlü.
Bir baktım, saat 07.11 kalabalıklar artmaya başladı. Sıkılıyorum. O sakin ve namuslu günleri arıyorum. Biliyor musunuz? Benim Babıali'de derin izler bırakmış ustalarımızın, meslektaşlarımızın çalıştığı bu gazete binalarının önünden geçerken içim sızlar. Sanki o taş o tahta yapımı bina, beni tanıyor gibi geliyor bana. Canlanıyorlar da, niye bizi bıraktınız gibi mahsun bakıyorlar. Yıllar geçtikten sonra vücutta, tende ve kafada buruşuklukları örtmek için makyaj yapılsa kıyafetler değiştirseler bile; eski iki sevgilinin hangi yaşta olursa olsun karşılaşmasına benziyor. Bir yürek çarpıntısı, bir merak... Kim bunlara kıydı. Ve hiç bir akıllı adam bizi uyarmadı. Oralara geçmişi bize anlatan bir tabela, bir işaret koyamadık. Gerçi şimdi koysak neye yarar. Kim sahiplenir. Herkesin derdi kendine. Bu gazetelerden, bu binalardan, bu sokaklardan kimler geldi, geçti. Gazeteler, kırılıp sökülen masalara en iyi arkadaşımız daktilolara neler oldu....."