Tekmeye kafa uzatanların mâkus talihi
Futbolun tarihini 'tekmeye kafa uzatanlar' yazmaz... Onlar sene boyu çalışırlar... Antrenmanların en devamlıları onlardır... Hiç kaytarmazlar... Ayakları çatlasa da oynarlar, kan revan içinde kalsalar kafalarına dikiş attırır devam ederler...
Mazeretleri hiç yoktur... Kıl dönmesi, yumuşak doku zedelenmesi gibi basit sebeplerle oynamaktan kaçmazlar... Fizyoterapist eşliğinde salonda çalışmak lügatlerinde yoktur... Yağmur çamur dinlemezler... Gerekirse malzemeciye bile yardım ederler...
Sahada en çok onlar koşarlar... Rakibin oyununu bozmak, pres yapmak, çizgiden top çıkarmak, topu kan ter içinde karşı sahaya taşıyıp muz orta yapmak onların işidir... Golcü o ortayı gole çevirirse yaptığı orta 'asist' sayılır, yoksa boşa gider... Kızsa da görevi bıkmadan usanmadan yine top getirmektir... Top rakipteyken icap ettiğinde topun önüne yatmaktır...
Onlar için önemli olan daha çok 'forma aşkı'dır... Takım galip geldiğinde en çok onlar sevinir, yenildiğinde ise en çok onlar üzülür...
***
Futbolun bir de 'yıldızlar'ı vardır... 'Tekmeye kafa uzatanlar'ın aksine daha az koşarlar... Eskiden yoktu, şimdi istatistik tutulduğu için biliyoruz, diğerleri bir maçta 12-13 kilometre koşarken, onlar birkaç kilometre koşuyu lütfederler...
Yılda topu topu beş maçları olur... Genellikle bilekleri kıvraktır... Kurnazdırlar, oyunu iyi okurlar, riske hiç girmezler... Maç içinde çok da kasmazlar kendilerini... Maç bittiğinde diğerlerinin formaları çamur içindeyken, onlarınki çitili ve ütülü gibidir... Eften püften sebeplerle antrenmanları yarım bırakmaları bile haberdir, diğerlerinin canları çıkarken pek haber olmaması gibi...
'Tekmeye kafa uzatanlar'ın kafaları 'sebil'ken, 'yıldızlar'ın ayakları sigortalıdır... En çok onlar sevilir... Flaşlar hep onlar için patlar... Başkanlar özel uçaklarına alırlar sık sık yıldızları... Fedâkârlık duyguları çok sınırlıdır... Zora geldiklerinde çekip giderler, noterden ihtarname gönderirler, federasyona şikâyet ederler...
'Tekmeye kafa uzatanlar' ev danasıdır bir nevi... Oysa 'yıldız' doğuştan yıldızdır... Diğerleri nerede olursa olsun bu işi 'kader' olarak benimsemişken, 'yıldızlar' maç seçerler ve deplasmanları pek sevmezler...
Kaderin garip tecellisi, futbolun tarihi yazılırken, 'tekmeye kafa uzatanlar'ın yeri çok azdır... Sayfaları 'yıldızlar' kaplar... Diğerleri unutulurken, 'yıldızlar' unutulmazlar...
***
Siyasette 'tekmeye kafa uzatanlar'ın kaderi de çok farklı değildir... Üstelik siyasette 'yıldız' muamelesi yapılanların kerametinin nereden kaynaklandığı kimse tarafından bilinmezken...
Vaz geçilemez... Yıldız... Mübarek... Üstat... Dev... Efsane...
İyi de neye göre, kime göre, ölçü ne, sırtında mühür mü var? Siyasetin tarihini onlar yazarken veyahut daha doğru bir deyimle siyasetin tarihi onları yazarken başarının veya başarısızlığın neden bir karşılığı yok?
Ve 'siyasetin tekmeye kafa uzatanları'... Onlar ne zaman kaldırdıkları yük ağırlığında bir siyasî ağırlığa sahip olacaklar? Ya da onlar kaldırdıkları yükün ağırlığını bilerek, yaşadıkları adaletsizliklere karşı ne zaman "Hayır! Bu tarihi ben yazacağım" diyecekler?
***
Türk milliyetçileri… Türkiye siyasetinin ve devlet hayatının her dönem tekmeye kafa uzatanları… Ve sonra unutulanları… Vatan için ölmeye gelince hatırlananları… Makam, kadro, iş, nimet dağıtılırken özenle uzak tutulanları… "Her milliyetçi 'kurşun asker' doğar" zannedilenleri… 'Rahmet'te unutulup, 'zahmet'te arananları…
Milliyetçiler; bazen 'tarih'in verse bile 'talih'in haklarını vermedikleri…
***
Dert baştan gitmeyince, eskileri karıştırıyor ve bunları hatırlıyor insan…