Tehlikeli adımlar
Anadili tartışmalarının ülkeye ve siyasetçiye faydası olsaydı, öncelikle bu iktidara ve ülkeye olurdu… Ülkeyi felakete sürükleyen 'çözüm süreci'nden vaz geçilene kadar ne ağır bedeller ödendi…
Anadili gibi tartışmaya ve istismara açık alanları kaşıma yönteminden yeni bir iktidar çıkmaz ama kendilerinden belediyecilik beklenen kimilerinin buradan yön çıkarmaya çalışmaları çok tuhaf… Adeta 'nöbetçi HDP' gibi davranma eğilimi fazlasıyla dikkat çekiyor…
Bir belediye başkanının birinci derecede işi olmamasına rağmen önce Kıbrıs'ı vermek, ardından da 'ana dilde hizmet hakkı'nı Ankara'ya, yani devlete bırakmamaktan söz etmek, bir başka mekanizmanın hayata geçirilmek istendiğini gösteriyor… Şimdilik 'hizmet'le başlayan, ardından 'eğitim'i de içine alabileceği gayet iyi anlaşılan bu trafik, en çok CHP'ye zarar verir ama bu anlaşıldığında iş işten geçmiş olabilir…
***
Daha önce 'çözüm süreci'yle 'yeni Türkiye' inşa edeceğini zannedenlere 'ana dil ve eğitim' üzerine bir kitap tavsiyemiz olmuştu… Onlar siyaseten 'kalpleri mühürlü' gibi davrandıkları için başlarını taşlara vurana kadar uyanmadılar… Şimdi aynı kitabı 'yeni çözümcüler'e tavsiye edelim:
Öncekiler halkı sürekli aldattılar... 'Ana dilde eğitim' sanki Avrupa ülkelerinin taraf olduğu anlaşmaları ve Avrupa Birliği hukukunun tartışılmaz bir hükmü gibi sundular... Ama ihlâl gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde yapılan başvuruların hepsinin reddedildiğini hiç söylemediler...
Bask'ı, Katalonya'yı, Quebec'i örnek verdiler sürekli... 'İnsan hakları' diye atılan adımların özellikle 'ana dil' adımlarının fizikî bölünmeyi nasıl hızlandırdığına hiç vurgu yapmadılar... 'Çözüm'den bahsettiler ama o 'çözüm'ün 'ulus inşa eden' en büyük özellik olduğundan hiç bahsetmediler...
Sınırların artık dağlarla veya nehirlerle değil, daha çok dillerle çizildiği dünyada, dil kavgasının, ayrışmada dinden de, tarih bağından da fonksiyonel olduğunu gizleye gizleye bugünkü aşamaya geldiler...
İrfan Sönmez, konuyla ilgili son derece kuşatıcı bir eser meydana getirdi: Ana Dilde Eğitim, Milliyetçilik ve AB Hukuku... Sönmez, sürekli serap görmeye zorlanılan bir halka, uluslararası metinler, anlaşmalar, kararlar, içtihatlardan hareket ederek "Hayır, bu yol çıkmaz sokak" demiş...
Dil ve uluslaşma, dil ve milliyetçilik, bu ilişkinin tarihi seyri, azınlık ve kendi kaderini tayin hakkı, dili esas alan azınlık milliyetçiliklerinin vardığı ürkütücü evre, Avrupa Birliği'nin azınlıklara bakışı, birliğe dâhil ülkelerdeki dil politikaları gibi alanlarda çok geniş bir kaynak taraması yapılmış, kılavuz niteliğinde bir eser meydana gelmiş...
Gerçek, bize anlatılan veya dayatılan gibi asla değil... Başta BM kararları olmak üzere uluslararası hiçbir metin, bir devletin kendisinin altını oyacak düzenlemeleri mecburî kılmıyor... Azınlık haklarını veya çocuk haklarını yorumlarken bile, Birleşmiş Milletler'in 1993'teki Ulusal veya Etnik, Dinsel veya Dilsel Azınlıklara Mensup Olan Kişilerin Haklarına Dair Bildiri'sinde olduğu gibi egemenliğe ve ülke bütünlüğüne aykırı düşecek şekilde yorumlanamayacağı şerhi düşülüyor... Oysa kamuoyuna sunulana göre, tıpkı Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı gibi 'altına imza koymadığımız' bir belgeyi bir 'mecburî istikamet' tabelası gibi okumamız isteniyor...
Yazar, belgelerle şu gerçeğin altını çok net biçimde çiziyor: Ana dilde eğitim talepleri, sadece insanî amaçlarla açıklanamaz... Dilin eğitim alanına sokularak, standartlaştırılması, uluslaşma, özerklik ve devletleşme projesidir... Bu talebin siyasî özelliğini görmezlikten gelmek kesinlikle yanlıştır...
Yazar, dünyadaki bütün örnekler ve olaylar ışığında, azınlıklar veya kendisini azınlık hissedenler için, dilin, ulus inşa sürecinde merkezden farklılığı ortaya koyabilmek adına nasıl bir silaha dönüştürüldüğünü belgeliyor... Kendi ifadesiyle, "Görünürde bir dil ve kültürü korumak gibi masum gerekçelere dayanan dilsel taleplerin asıl amacı, kendi ulusal nüfuslarını belirlemek, son kertede siyasî iktidarı ele geçirmektir..."
"Eğer bir milliyetçilik hareketi başka bir devlet içinde, örneğin özerk bir bölge olarak kalmaya razı ise, ya bunu bağımsızlık savaşımında geçici bir evre olarak kabul etmiştir ya da bir milliyetçilik hareketi değildir..." Bu iddianın sahibi Baskın Oran'a atıfta bulunan İrfan Sönmez, mesele üzerindeki 'milliyetçi karakter'in, meseleyi sadece 'insan hakları' temelinde ele almanın zorluğuna ve bilim adamı diye takdim edilenlerin nasıl olumsuz katkılar yaptığına da parmak basıyor...
Sudan'dan Britanya'ya, Endonezya'dan İspanya'ya, Kanada'dan Fransa'ya kadar bilinen bütün problemli alanların masaya yatırıldığı ve konuya ilişkin uluslararası metinlerin ve neredeyse her dediği mutlak doğru kabul edilen Avrupa kökenli birlik ve mahkemelerin incelendiği bu çalışma, 'tek yönlü bilgi akışı'na maruz bırakılan insanımız ve araştırmacılarımız için çok önemli bir kaynak niteliğinde...