Tarihin en büyük yargılamalarını yine yapmadık
Geçen yıl büyük depremden sonra, öfke ve adalet arayış eşliğinde içimizden şu satırlar geçmişti:
Sadece yaşananların hesabını sormak adına değil, sağlıklı geleceği kurmak adına tarihin en büyük yargılamalarını yapmak mecburiyetindeyiz… Hesabın mahşere kalmaması için, gerçek beka için, adalet için, gelecek için bu şart…
Milletin kanına, canına, malına çökmüş o kadar zanlı var ki… Mahkeme salonları yetmezse spor salonlarında, statlarda yapılmalı bu yargılamalar… Bir devletin ve bir milletin kaderiyle oynayan gözü kararmış alçaklar, yeryüzünün en onursuz, en adi, kendi halkına ihanette en gözü kara suçluları gibi muamele görmeliler…
''Malzemeden çalan müteahhit''le, ''vicdandan çalan şerefsiz belediyeci'' birlikte çete sayılmalı… Kontrolör haramîler, yanlış zemine onay veren teknik elemanlar, şefler… Verilmemesi gereken ruhsatları veren, olmaması gereken yere imar çıkaran, toplanma alanlarını ve yeşil alanları bile doymak bilmeyen iştahlarına meze eden kim varsa, bakan, vekil, başkan, üye, müdür, memur kim varsa, ibret için, olağanüstü hâl mahkemeleri gibi mahkemelerde adaletin ve vicdanların çarmıhında hesap vermeli…
Depremden sonra yağma yapan ne kadar büyük bir alçaksa, elindeki yetkiyle depremden önce yağma yapan siyasetçi, memur ve müteahhit üçgeni onlardan daha büyük alçaktır… Bu alçaklık, hakkıyla cezalandırılmadığı sürece, çok daha büyük alçaklıklar teşvik edilmiş olacaktır… Dünden bugüne olduğu gibi…
Afetin büyüklüğü, para hırsıyla ülkeye yapılmış ihanetin büyüklüğünü gölgeleyemez… Buna fırsat vermemeliyiz… Bugün ülkenin içinde bulunduğu en büyük beka problemi, eğer gereken yargılamalar ve cezalandırmalar yapılmazsa, caydırıcılık bir millî politika hâline gelmezse işte budur… Böyle giderse, millî varlığımız, bir enkazı kaldırmak, diğer enkazı beklemekle yok olup gidecek…
Türk milleti bu coğrafyada kolay tutunmadı… Yüzlerce yılın zorlu mücadelesi bu… Zayıf düşüp her sürülmek istendiğinde vücudunu siper etti ve ayakta kaldı… O vücutları şimdi enkaz altına iten namussuz müteahhit ve iş birlikçi siyasetçi-memur düzeni bize gösteriyor ki, bu türden iç düşmanlar dış düşmanlardan daha namert ve daha vicdansız…
İçinde bulunduğumuz hâl sadece para hırsıyla sınırlı kalmıyor, o hırs bilerek veya bilmeyerek fark etmez, ülkeye ve insanımıza ihanete dönüşüyor… Hangi düşman, bize bu şekilde sinsi sinsi bu kadar ağır bir maliyetli zarar biriktirebilirdi?
Şimdi herkes aynı korkuyu içinden geçirmiyor mu? "Ya aynı büyüklükte bir deprem Marmara’da olursa" diye… Türkiye’nin bağımsızlığının bile riske gireceğini endişeyle dillendirenler az mı?
İşgalciler mi yaptı imar planlarını? Gâvurun işi miydi tarım alanlarına ülkenin can damarı fabrikaları kurmak, kurdurmak? İmar barışlarını kim planladı? Deprem olsa içine girilemeyecek cadde ve sokakları kimler çizdi? Yüzbinlerce şüpheli yapıya ruhsatlar ve iskânlar nasıl verildi, nasıl denetimden geçti?
Allah korusun, bugün aynı büyüklükte bir deprem Marmara’da olsa ilk önce ne yapacağız? Ülkeye doldurulmuş yabancı yağmacıları mı püskürteceğiz ceset dolu enkazın üzerinden? İtfaiye veya ambulansların girmesi için yolları açmaya mı çalışacağız? Gevelemeden soralım, ekonomik kriz ve iç kargaşa tehdidiyle mi baş etmeye uğraşacağız?
Pazarcık ve Elbistan depremleri, bir ülkenin, bir milletin, bir devletin başına gelebilecek en büyük ve en ağır ikazdı… Ülkemizi, her anlamıyla yeniden kurmamız ve devletimizi ayağa kaldırmamız gerekiyor…
Geleceği doğru okumamız ve kurgulamamız şart… Mevcut hesabı hakkıyla kapatmazsak, bu da bir hayal olur ancak… İşte bunun için, yeniden ihya ve inşa için, ilk iliklenmesi gereken düğme, adaletin sağlanması, topyekûn bir milletin hayatına kasteden imar, iskân, yapı, denetim hırsız ve zalimlerinin devasa mahkemelerde yargılanarak ibretlik cezalara çarptırılması… Siyasetçi, yönetici, memur, müteahhit, denetleyici, teknik eleman ayırmadan… Bu ''insanlığa karşı işlenen suç'' olarak değerlendirilerek, hiçbir namussuz için ''zaman aşımı'' kabul edilmeden…
***
Olmadı… Bir yıl sonra yine hayal kırıklığı içindeyiz… Sadece müteahhitlere biraz dokunuldu, çok çok az da kamudakilere… Şimdi tahliye haberleri okuyoruz birkaç günde bir… Yazık bu ülkeye, çok yazık… Biz kendimizi değiştirmeden hiçbir şey değişmiyor…