Tarihi dava diye gittik tarihi skandala şahitlik ettik
Meşhur 17-25 Aralık miladından sonra "FETÖ" denilen yapının, işkence yoluyla askeri okullardan tasfiye ettiği öğrencilerin de katıldığı ve "FETÖ"yle iltisaklı olduğu iddia edilen bir askerin ilk defa "işkence" suçundan yargılandığı dava için "tarihi" sıfatını kullanmış ve sizleri de o gençlere destek olmaya çağırmıştım dünkü yazdımda.
Size "gidin" deyip de, kendim gitmeseydim ayıp olurdu;
Gittim, gördüm, yazıyorum.
***
Kısmen öngördüğüm gibi oldu. Sahiden de, niteliği, tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde "tarihi" olan anlara şahitlik ettik Ankara Adliyesi'nde.
Duruşma, mahkeme salonunun kapısındaki listeye göre sabah saat 09.30'da başlayacaktı. 10.00 oldu başlamadı. 10.30 oldu ı-ıh, yok!..
Daha doğrusu biz öyle zannediyoruz!
"Biz" dediysem iki üç avare gazeteci canlandırmayın gözünüzde; işkence mağduru olan ve davaya katılan öğrenciler -ki aralarında şimdi akademisyen olan vardı, savcı olan vardı…- bazılarının aileleri, avukatları, Kumpas-Der Başkanı…
Bir ara mübaşir "sadece" sanık avukatını çağırdı.
Bu esnada, diğer herkes mahkeme salonunun önünde beklemeye devam ediyor, avukatlar mübaşir ile zabıt katibi arasında mekik dokuyor ve ne zaman salona alınacaklarını, neden alınmadıklarını soruyorlardı.
"Sizin duruşmayı ikinci sıraya aldık" dedi biri.
***
Saat 11 suları…
Az önce "Sizin duruşmayı ikinci sıraya aldık" diyen kişi, son derece rahat "Sizin duruşma yapıldı, kapandı" demez mi!
Biz şok.
Nasıl yani?
Yok efendim mübaşir görevlendirmeyle gelmiş dün ilk günüymüş de, yok efendim mübaşirin elindeki listeyle mahkeme kapısındaki aynı değilmiş de..
Neden değil?
Velev ki değil; elbette tek tek herkese davetiye çıkaracak hali yok ama dosya numarasıyla çağrı yapması gerektiğini bilmez mi bir mübaşir?
O zaman?
Kapının önünde avukatları görmüşlermiş ama "herhalde davaya girmek istemiyorlar" diye düşünmüşlermiş…
***
İşkenceye uğrayan Kara Harp Okulu öğrencilerinin avukatları hem Ankara 27. Ağır Ceza Mahkemesi'ne hem de Adalet Komisyonu'na gerekli şikayetlerde bulundular; bakalım nasıl sonuçlanacak?
Bu kadar kritik bir davanın, işkence mağdurlarıyla "işkencecileri" olduğu iddia edilen şahsın yüzleşeceği bu kadar kritik bir duruşmasının, mağdur öğrenciler, avukatları ve basın kapının önünde beklerken, adeta onlardan kaçırılarak yapılmasının sebebi sahiden de bu kadar saçma sapan bir "hata"ysa; Türk yargısı adına vay ki vay da…
Ya "hata"dan daha fazlasıysa?
Burnuma gelen kötü kokuların tek sebebi iki saat boyunca beklediğim merdivenin dibindeki çöp kovasıdır inşallah!
Yamtar'ın vedası…
Çınar ağacı;
Uzun ömürlüdür…
Köklüdür…
Heybetlidir…
Gölgesi geniştir…
Ve en önemlisi:
Dayanıklıdır; kolay kolay etkilemez onu etrafının kirliliği…
Dolayısıyla, vefat haberi duyulduğu andan itibaren yapılan o yakıştırma doğrudur; yaşayışı, duruşu, ilmi ve kişiliğiyle adeta çınarlaşmıştır Mustafa Kafalı Hoca…
Bu yönüyle, hiçbir şey değilse bir "gölge" eksilmiştir Türk Milliyetçilerinin üzerinden; her yakan, kavuran anda hissedilecektir eksikliği.
Keza, şu ahir zamanda kaç "Yamtar"ımız kalmıştır ki;
Türk tarihini yalayıp yutmuş Atsız bile "40 çerisinden" birinin ete ve kemiğe bürünmüş hali sayıp da "Yamtar" dediyse Mustafa Hoca'ya; uzun vadede bir "gölge"den çok daha fazla olacaktır hissettireceği boşluk hayatlarımızda…
Türk Milliyetçilerinin başı sağ olsun…
Mekanı cennet olsun…
Bugün, Cuma namazından sonra Kocatepe Camii'nden kalkacak cenazesi; hiç değilse, tarihçi diye tepemize çıkarılan fesli meczuplar ve benzeri vatan-millet düşmanlarının cenazelerindeki o meydan okumayla karışık gövde gösterilerinin yanında "sahipsiz" hissettirmeyecek kadar vefalı olsun…