Tahammül!..
Şimdi sizlere bir olay anlatacağım.
Bu yıl vefat eden, sevgili dostum avukat Sadettin Sürmen anlatmıştı.
Avukatın biri duruşma başlayınca söz almış ve başlamış konuşmaya:
“Sayın yargıç!
Size mahallemizin kasabının çok değerli selamını getirdim. Manavımızın da selamı var. Bakkalımızın saygın selamlarını getirdim. Tuhafiyecimiz özellikle selam gönderdi. Kahvehane sahibi de mutlaka saygılarını iletmemi istedi. Tamircimizin, yufkacımızın, nalburiyecinin, berberin, balıkçının, berberin babasının, yufkacının kayınpederinin, genç bakkal çırağının babasının ve diğer esnafımızın değerli selamlarını getirdim!..!
Bunalan yargıç sinirlenmiş ve ” Eee yeter!.. Burada bunları mı dinleyeceğiz? Savunmanıza geçin “ diye bağırmış.
Avukat ise şu karşılığı vermiş:
“Sayın yargıç, aslında bunlar savunmamın içinde idi. Şu anda karşınızda yargılanmakta olan müvekkilim de, bir yıl boyunca önünden geçerken her gün kendisine küfreden kişiye tahammül edemeyip bu cinayeti işlemiştir. Bakın sizler çok değerli selamlara bile tahammül edemediniz. Müvekkilimin bir yıl boyunca her gün aynı kişiden küfür yediğini düşününüz ve ona göre karar veriniz.
Mahkeme ne mi karar almış?
Hafifletici nedenden dolayı cezayı uygun oranda azaltmış.
“Arkamda Ordu yok diye mi?”
Şimdi bunu niye anlattığımı söyleyeyim.
Dün Silivri’de Tuncay Özkan 71. duruşmasına çıkmış ve basından öğrendiğimize göre, mahkeme başkanı Köksal Şengün tarafından salondan atılmış. Gerekçe olarak “yüksek sesle konuşması, bağırması” gösteriliyormuş.
Özkan, şunları söylemiş:
“İnsanları mezbahaya gelmiş danalar, kuzular gibi tutmuşsunuz burada. Arkamda ordu yok diye beni burada tutuyorsunuz. Benim suçum ne? Yeter artık. Ya bana suçumu söyleyin ya da bu yargılamayı bırakın. Ben kurbanlık koyun değilim. Bu bize yapılan zulümdür.”
Balyoz davası sanıklarının mahkemesinden de örnek veren Özkan’ın, “Onların yargıçları yargıç değil mi, ’böyle tutuklama olur mu’diye karar veriyor” sözleri için de inceleme başlatılmış. Bu sözlerin hakaret kapsamına girip girmediği araştırılıyormuş.
Tuncay Özkan, salondan jandarmalar tarafından çıkarılırken de, “Bağırırım. Adalet istiyorum” demeye devam etmiş.
Adalet isteyen herkesin aynı çığlığı atacağına inanıyorum. İçinden ya da dışından.
Mahkemelere ve yargıçlarına söyleyecek sözümüz yok.
Hele hele böyle “olağanüstü dönemlerde.”
Ama aynı suç kapsamındaki emekli ya da görevdeki paşaların ve askerlerin tutuksuz yargılandığı bir dönemde, gazeteci Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay’ın 2 yıla yakın tutuklu kalması vicdanları rahatsız etmiyor mu?
Ve, yine mahkemeye karışamayız ama, aylardır tutuklu kalan bir gazetecinin sesini yükseltmesi de mi “tahammül” sınırlarımızı da aşıyor artık?
Eğer içinde hakaret yoksa, yüksek sese tahammül edemeyenler, aylarca tutuklu kalmaya nasıl tahammül edilebileceğini düşünüyorlar mı acaba?
“Bunu suç işlerken düşünecekti” gibi düşünenler varsa eğer, o zaman bir an önce hüküm verilmeli, gerçek ortaya çıkmalıdır, değil mi?