Boykotu Kırmak

Gençlik yıllarımızda birçok eyleme katılmış birisiyim. 1977 yılının 1 Mayısında İstanbul Taksim meydanında, meydanda bulunanların üstüne ateş açılması sonucu ölenlerin anısına devrimciler her sene anma adına eylemler yaparlardı. Bu eylemler okullarda dersleri boykot etmek olurdu. Üniversite ve liselerde 1 Mayıs gününde genelde boykotlar yapılırdı.

Ben, İzmir Mithat Paşa Endüstri Meslek ve Teknik Lise öğrencisi idim. Bizim okulumuzda Ülkücü öğrenci ağırlıkta idi. O zamanlar, şimdi var olan sahil yolu yoktu. Sadece Karataş’ta başlayıp, Fahrettin Altay meydanında biten okul önünden geçen yol vardı. Burada elektrikli tramvaylar çalışıyordu. Okula gitmek için, 100 metre mesafede ‘Mektupçu’ durağında inmek gerekiyordu. Burayı kaçırırsanız ‘Küçükyalı’ durağı, okulu 300 metre geçince inmeniz gerekiyordu. Bu boykotlarda her iki durakta solcu/devrimciler tarafından tutulur, öğrencilerin okula gitmesine izin verilmez, okula ulaşma sol guruplarca engellenirdi.

Biz de Ülkücü okul teşkilatı olarak görevlendirilen arkadaşlarla, önceki duraklardan ikişer kişi tramvaya binip, Mektupçu ve Küçükyalı duraklarında tramvayın durmamasını sağlayıp, okul önünde tramvayı durdurarak boykotu kırardık (!)

*

1979 yılına geldiğimizde ise Afganistan’ın işgalini, Kâbe’nin kanlı baskınını protesto etmeye başladık. ABD’yi de protesto etmişliğimiz vardır. Mesela, İzmir Hatay semtinde, şimdi İlahiyat Fakültesi (o zamanlar Yüksek İslam Enstitüsü) karşısında konsolosluk binası vardı. Binlerce kişi ile konsolosluğa yürürken, polisler bizi “Ülkü Ocaklı 30 kişiyi” gözaltına almışlardı! Binlerce kişi arkamızdan kayboluvermişti (!)

Ve her sene 25-31 Ekim arasında “esir Türkler haftasında”, Ülkü ocaklarının önüne kurduğumuz çadırlarda açlık grevleri yapar, SSCB’de esir olan Turan coğrafyasındaki soydaşlarımızı unutturmaz, anardık…

Bizim ağabey kuşaklarının, 6. Filo boykot kırmalarının hikâyelerini internetten (iki taraf açısından) bolca bulup okuyabilirsiniz.

Sonra malum devrimcilerin, İzmir Tariş direnişi dediği olaylar zinciri başlamıştı… Biz yine onlara göre “direniş” bize göre “işgalin” karşısında yer almıştık.

O zaman bu eylemlerin karşısında yer almak, devletin yanında yer almaktı!

12 Eylül 1980 sonrasında, 13 Ekim 1980 yılında gözaltına alındım. İzmir Çankaya semtindeki Emniyet Müdürlüğünde 19 Kasıma 1980 tarihine kadar sorgulandığım(ız) (Gaffar Okan tarafından işkence görerek) 36 gün boyunca “Siz kimsiniz la… devlet var devlet! Kim size devletin yanında olun dedi?” diye yediğimiz dayaklardan bu yana, akıllandık!

Sonrası malum “karıştır-barıştır” diye birbirimiz kurşun sıktığımız kişilerle bir arada (tavşan uykularında) askeri cezaevlerinde yaşadık (!) bu askeri cezaevlerinde sıkça okuduk. Anladık ki, çatışma ile elde edilecek tek sonuç var; çatıştıranların ekmeklerine yağlı bal sürmek.

Yani devletimizin istediği gibi “ıslah” olduk artık (!) boykotları kırmayacak kadar aklımız var gibi!

*

Ülkemizde sorunların bitmesi adına ne yapmalı diye düşündüğümde; en azından ilk aşamada sorunların parçası olmamayı tercih edenlerdenim. İkinci aşamada ise sorunları yaşayanların dertlerinin siyasetçiler tarafından çözülmesi gerektiğini, küçümsenen her sorunun daha da büyüyerek herkesin sorunu haline geldiğini yaşadığımız hayattan öğrendik…

Şiddet ve şiddet içeren hiçbir düşünce ve davranışın, hiçbir soruna çözüm olmayacağını biliyorum. Ama halının altına süpürülerek küçümsenen her sorun, sıradan vatandaşın da hayatını derinden etkiliyor. Birbirimizi insan olarak ciddiye almak zorundayız. Hiçbir kimsenin yaşadığına duyarsız kalmamalı, toplumsal dinamikleri olumsuzluklara kanırtmamalı/zorlamamalıyız!

Bizi yönetenler, topluma karşı daha sabırlı, saygılı ve sevecen olmak zorundadır. Dertlerimizi ifade etmek için ülkenin demokratik düzeninin meşru temsilcileri ile iletişim kurmak, siyaset geliştirmek “hukuk devletinde” vazgeçilmek bir haktır. Bu hakkı kullanırken (hakaret ve şiddet içermeyen) bazı ihlallerin olması, siyasetin toleransı olarak düşünülmeli ve benimsenmelidir.

Terörden gına getirmiş bir toplumun “sivil itaatsizlik” göstermesi olağandır ve ülkeyi yönetenler bundan rahatsız olamaması gerekir! Sivil itaatsizlik terörün panzehridir!

Sivil itaatsizlik, hukuki olarak genellikle bir suç teşkil edebilir, ancak bunun demokratik meşruiyeti ve ahlaki boyutu ayrı bir tartışma konusudur.

Sivil itaatsizlik, temel olarak hukuka aykırı bir eylem olduğu için ceza veya idari yaptırımla karşılaşabilir. Ancak, her sivil itaatsizlik eylemi aynı derecede suç olarak değerlendirilmez. Hukuki durum ülkenin yasalarına, yargının bağımsızlığına ve siyasi ortamına bağlıdır.

Türkiye’de; Yürürlükteki yasalar, izinsiz protestoları, kamu düzenini bozucu eylemleri ve yetkililere karşı gelmeyi suç olarak değerlendirebilir.

ABD ve Avrupa’da; Sivil itaatsizlik eylemleri (örneğin barışçıl oturma eylemleri) genellikle hafif suçlar (misdemeanor) kapsamında değerlendirilir ve sembolik cezalar verilebilir.

Sivil itaatsizlik, adaletsiz olduğu düşünülen yasaları veya politikaları protesto etmek için yapılan bilinçli ve barışçıl yasa ihlalleridir. Tarihte birçok örnekte, başlangıçta suç sayılan sivil itaatsizlik eylemleri zamanla haklı görülmüş ve yasalar değişmiştir. Bunlara örnek verecek olursak:

Mahatma Gandhi; İngiltere’nin sömürge yasalarına karşı tuz yürüyüşü.

Martin Luther King Jr.; ABD’de ayrımcılık karşıtı protestolar

Sonuç olarak, sivil itaatsizlik hukuken suç sayılabilir, ancak demokratik bir toplumda bu tür eylemler çoğu zaman haklı bir direniş biçimi olarak kabul edilir. Özellikle otoriterleşen rejimlerde, hukukun meşruiyeti sorgulanırken sivil itaatsizlik bir hak arayışı olarak görülür.

Toplumu ayrıştırmayan tepkilere kulak vermek, makulde buluşmak bizi yönetenlerden beklentimizdir.

Sabırla, ısrarla, kararlılıkla; “makulde” buluşalım.

Yazarın Diğer Yazıları