Sloganla ekonomi yürümez
Açıklanan Orta Vadeli Program’da, makro ekonomik politikalar başlığı altında 147 politika aracı sayılmış. Hepsi birer iyi niyet ve slogan düzeyinde kalmış. Zira bu kadar hedefi birlikte ve iki yıllık bir zaman dilimi içinde koordine etmek imkânsızdır. Laf olsun diye çok hedef konulması güvensizlik yaratır.
İstikrar sorununda öncelik enflasyona verilmiş... Bu sene enflasyonun yıl sonunda 9.4 olacağı tahmin ediliyor. Ancak enflasyona konulan teşhis doğru değil. Zira enflasyon 2004 yılından beri, kriz yılı hariç, hemen hemen aynı düzeyde seyrediyor. Yani kronik yapı kazanmış. Bu güne kadar Merkez Bankası para, kur ve faizi kullanarak enflasyon hedefini tutturamadı. Demek ki enflasyon için yapısal çözümlere gitmek gerekir.
Ne var ki programda ağırlıklı olarak, özel tüketim harcamalarının kontrolü ve bütçe dengeleri üstünde durulmuş.
Gerçekte ise enflasyonla ilgili çözümlerden birisi, sanayide verimlilik artışı, kapasite kullanımın artışıdır. Devlette ise bütçe dengesi yanında ve daha önemlisi bütçe kaynaklarının en yüksek sosyal fayda sağlayacak şekilde etkin ve optimal bir bileşimde kullanılmasıdır. Uygulamadan birkaç örnek verirsek... Siyasi amaçlarla yan yana cami yapılması, diyanete, 7 bakanlık kadar kaynak ayrılması, İmam Hatip eğitimine önem verilerek, mesleki eğitimin ikinci planda tutulması, bütçe kaynaklarının etkin kullanılmadığını ve çarçur edildiğini göstermektedir.
Devlette işsiz müşavirler ordusu varsa, kamu kaynakları etkin kullanılmıyor demektir.
Tarımda da verimlilik ve ürün artışını sağlayacak desteklerin ve teknik yardımların sağlanması gerekir.
Daha önemlisi, piyasada oluşan oligopol yapıları ve monopolleşmeyi kırmak gerekir. Söz gelimi kredi kartı veren 19 banka da aynı oranda yüzde 30’u aşan faiz alıyor. Bu durum bankalar arasında kartelleşme olduğunu gösteriyor. Anayasaya göre devletin görevi kartelleşmeyi önlemektir.
Yüzde 3.3 olarak tahmin edilen büyüme oranı için ise Avrupa’da en iyi büyüme oranı diye örnek veriliyor. Başbakan Yardımcısı Babacan, hem “Avrupa’da deflasyon riski var” diyor, hem de Türkiye’nin büyüme oranını Avrupa’yla karşılaştırıyor ve “Avrupa’nın en yüksek büyüme oranını yaşıyoruz” diyor. Bu çelişki kendisini zor durumda bırakıyor. Gerçekte Türkiye’deki büyümeyi gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırmak gerekir. 2014 yılında gelişmekte olan ülkelerde ortalama büyüme oranı bizim çok üstümüzde yüzde 4.5 ile yüzde 5 dolayında tahmin ediliyor.
Yine raporda teselli mükafatı gibi Çin ve Hindistan’da da büyüme düşecek deniliyor ve sonra gecikmeden kendi kendini tekzip ederek,
Çin’in 2014 yılında yüzde 7.4 büyüyeceği vurgulanıyor.
Büyümenin sağlanması için, tasarruf artışı tespiti doğru bir tespittir. Ne var ki tasarrufların yatırımlara dönüşmesi için, istikrar ve güven ortamı gerekir. MB beklenti anketine göre bu sene yatırımlarda gerileme var. Mamafih orta vadeli programda da bu sene toplam sabit sermaye yatırımı, geçen seneye göre yüzde eksi 1.8 oranında gerilemiştir
Öte yandan istikrarlı büyüme için, üretim yapısı değiştirilmeli ve üretimin ithal ara malı ve ham maddeye bağımlılığı kaldırılmalıdır. Bunun için gerçekçi bir kur politikası uygulamak ve yerli ara malı ve ham madde üretimine bir geçiş dönemi içinde ilave teşvikler vermek gerekir.
Bir yapısal önlem olarak da, reel sektör-finans sektörü arasındaki dengesizliği çözmek, bunun için kredi oranlarına üst sınır getirmek ve spekülatif faaliyetleri de önlemek gerekir.
Kronik enflasyon, düşük büyüme, yüksek işsizlik ve yüksek cari açık Türkiye’nin kaderi değil. Ekonomi kendi haline bırakılsa bile bugün olduğundan daha az istikrar sorunu yaşarız.