"Siz kendiniz değiştirmedikçe" depremde ne değişir?
Her depremden sonra, aynı nakaratı tekrar ediyor, "Deprem öldürmez, bina öldürür…" diyoruz. Yetkiyi elinde bulunduranların kılı bile kıpırdamıyor. Kentsel dönüşümü, bina yıkıp yerine yeni bina yapmak olarak uyguluyorlar. Halbuki kentsel dönüşüm ada ada yapılmalıdır ki bunca masrafın toplumsal bir getirisi olsun…
***
İzmir depreminden sonra, Cumhurbaşkanlığı Yıllık Planı'nda 25 şehir için kentsel dönüşüm strateji belgesi hazırlanacağı bildiriliyor! Bu belge, 1999 depreminden sonra depreme karşı kentsel dönüşüm çerçevesinde hiçbir genel planlama yapılmadığının delilidir.
Zaten Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da "Afet ve acil durumlara müdahale için uzun süredir üzerinde çalıştığımız planları kararlılıkla hayata geçiriyoruz. Kentsel dönüşüm projeleriyle depreme dayanıksız yapı stokumuzu yeniliyoruz. İnşallah ülkemizi her geçen gün afetlere karşı çok daha hazırlıklı hale getiriyoruz." dedi.
"Uzun süredir üzerinde çalıştığımız" planların henüz hazır olmadığı ise Cumhurbaşkanlığı Yıllık Planı'ndan belli. Haber, iktidarı destekleyen Sabah gazetesinde yayınlandı…
***
Bakınız, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, "Türkiye genelindeki 1003 sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfımıza periyodik pay olarak 186,8 milyon lira kaynak yolladık. Bu rakamın 6,6 milyonu İzmir'deki SYDV'lerimize aktarıldı. Bu kaynak da daha önce yolladığımız 10 milyon acil ödenek ile birlikte vatandaşlarımızın yaralarının sarılmasında kullanılacak." ifadesini kullandı.
Resmi açıklama bu. Kim oluyor bu sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları? Hangi hakla, milletin vergilerini, bu vakıflara devrediyorsunuz? Devlet, ne için vardır? Hepsinin farklı bir siyasi amacı bulunan yardımlaşma vakıflarını beslemek için mi?
Tabii bu durumu, bakan da kucağında bulmuş... Düzen böyle kurulmuş!
***
Türkiye'de Menderes döneminden itibaren kapitalist politikalar çerçevesinde, köyden kente iş gücü akını planlandığını, yıllar içinde milyonlarca insanın, büyük şehirlerin etrafındaki hazine arazilerinde gecekondular yaparak hayata tutunmaya çalıştığını, biraz ekonomik güç toplayınca, evinin yerine apartman diktiğini, son yıllarda ise daire karşılığında evini veya arsasını yap-satçılara verdiğini, buralarda inşa edilen binaların büyük çoğunluğunun belediyelere rüşvet verilerek dikildiğini düşünün.
Yine son dönemlerde, trilyonlarca rüşvet alan ilçe belediye başkanlarının, 25 katlı inşaatlara ruhsat verdiğini, büyükşehirler bu ruhsatı 15 kata düşürünce, inşaata başlarken daireleri tümünü satan konut şirketlerinin zor duruma düştüğünü, bir kısmının sahiplerinin tutuklandığını, rüşvet alan belediye başkanlarının ise hiçbir soruşturmaya tabi tutulmadığını, sadece aldığı rüşvetleri paylaşmadığı için görevden el çektirildiğini, dere yataklarına şehirler kurulurken, belediyelerin, buradaki yapılaşmayı meşru kabul ederek her türlü hizmeti götürdüğünü, sert bir yağmurda, dibinden çakıl çekilmiş olan su bentlerinin yıkıldığını ve bu mini kentlerin sular altına kaldığını, canlar kaybedildiğini hatırlayın.
***
Toplum olarak, rüşvet ve iltimasla iş görmeye alışmışız bir defa… Osmanlı döneminde de böyleydi ki, Kanuni iktidarı sırasında bir devlet dairesine giden Fuzuli, nasıl muamele gördüğünü, "Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar" şeklinde anlatmıştı.
Toplum olarak, bu gidişin gidiş olmadığını iş işten geçtikten sonra anlıyoruz ama felaketlerden sonra yine aynı çukurda yaşamaya devam ediyoruz. Her türlü seçimde, "işimizi görür" dediğimiz insanlara oy veriyoruz. Kendi alanında iyi yetişmiş insanlara değer vermiyor hatta onlara karşı aşağılık kompleksi duyduğumuz için soğuk bakıyoruz. Sonra da kendi seçtiğimiz liyakatsiz kadrolardan, devlet işlerini düzeltmesini bekliyoruz… Bu mümkün değil.
Ne diyor Kur'an: "Siz kendinizi değiştirmedikçe, Allah da sizi değiştirmez!" (Ra'd 11)
Deprem, aklını kullanmayan toplumlara böyle bir uyarıdır...