Siyasi ve ekonomik bağımsızlığımız (1)
Adı kurtuluş savaşıdır fakat sonuçları bir savaştan daha fazladır. 23 Nisan bu savaşın resmi olarak halk tarafından organize edilmesidir. Kurtuluş savaşından önce, yalnızca ülke işgal edilmemişti, aynı zamanda ekonomimiz tutukluydu. Aynı zamanda demokrasimiz tutukluydu. Dahası da maalesef İstanbul'da bu tutukluluğun devamını isteyenler vardı.
23 Nisan'la resmi bir devlet olarak başlayan kurtuluş savaşını;
''Savaş; siyasi ve ekonomik bağımsızlık; laik devlet düzeni'' şeklinde üç aşamalı değerlendirmek gerekir.
Kurtuluş Savaşı öncesinde ekonomiyi biz değil kapitülasyon hakları olanlar yönetiyordu. Çünkü Osmanlılarda II. Mehmet döneminde Venedikliler'e, Kanuni döneminde Fransızlar'a kapitülasyonlar verilmişti. Osmanlı Devleti Dağılma Dönemi'nde Balta Limanı Ticaret Antlaşması ile İngilizler'e, Hünkâr İskelesi Antlaşması ile Ruslar'a çeşitli kapitülasyonlar verildi.
Kapitülasyonlar tek taraflı olarak verilen ekonomik, hukuki ve siyasi imtiyazlardır. Bu imtiyazın verildiği devletler gümrüksüz mal sokabiliyordu. Yurt içi ticarette yerli halktan daha fazla teşvik görüyordu.
Kabotaj hakları vardı. Fakat kapitülasyonlar aynı zamanda yabancılara dokunulmazlık hakkı da veriyordu. Söz gelimi Fransızlara Osmanlı mahkemeleri ve polisi karışamıyordu.
Kapitülasyonları İttihat ve Terakki 1911 de kaldırdı. Ancak, Sevr Anlaşması ile daha ağırlaştırıldı. Gerçek anlamda Lozan Anlaşması ile kaldırıldı.
Devletin iki önemli hükümranlık hakkı vardır. Birisi para basmak diğeri de vergi toplamak. İkisini de yapamıyordu. Çünkü Osmanlılarda Merkez Bankası işlevini Fransız Bankası olan Osmanlı Bankası yapıyordu. Vergilerin bir kısmını da yabancılar adına Düyunu Umumiye İdaresi topluyordu. Eğer bir ülkenin vergisini başka ülkelere ait organizasyonlar topluyorsa veya denetliyorsa, bu iç işlere karışmaktan daha ağır bir müdahaledir.
Duyunu Umumiye İdaresi, genel borçların idaresi anlamına gelir. Yabancı hükümetlerin alacaklarını tahsil etmeleri için onlara verilen vergi toplama imtiyazı olarak ortaya çıkmıştır.
Düyun-u Umumiye İdaresi, II. Abdülhamit döneminde kuruldu. Devlet adına vergileri tahsil etmek bir yana Düyun-u Umumiye kurulduğu yıldan itibaren, Osmanlı Devleti'nin ekonomik yaşamı üzerinde etkili bir rol oynadı.
Duyunu Umumiye'ye giden yol, Osmanlı Devletinin dış borçlanmasıyla ortaya çıktı. İmparatorluk ilk dış borçlanmayı Kırım Savaşı sırasında savaşı finanse etmek için yaptı…Savaş sonrası da maalesef dış borçlanma devam etti. Osmanlı İmparatorluğu, Dış borçları açıkları kapamak için aldığından aynı zamanda onları verimsiz kullanmış oldu.
Sonuçta 1874′te mali iflasın eşiğine gelindi… Çıkarılan kararname ile Osmanlı Devleti vadesi gelen borç taksitinin ancak yarısını ödeyeceğini açıkladı. Buna rağmen söz konusu taksiti de ödeyemedi..
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Osmanlı Bankası ile Galata Bankerleri'nden iç borç aldı. Almış olduğu iç borçlarını da ödeyemeyeceğini açıkladı.
Hiç bir borç ödemesini yapamayan Osmanlı Devleti, sonunda alacaklılarla anlaşma yoluna gitti.
Alacaklılarla masaya oturan imparatorluk, 1879'da damga, alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlar karşılığı olarak alacaklılara bıraktı.
Ancak alacaklı Avrupa devletleri buna tepki gösterdi ve 1881'de bu vergilerin gelirleri hem iç hem de dış borçların ödenmesi için ayrıldı. Bu vergileri toplama ve alacaklılara ödeme görevi de yeni kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi'ne verildi
Lozan Antlaşması ile, Osmanlı Devleti'ni yarı sömürge seviyesine indiren bu kurumun vergi gelirlerini denetlemesi sona erdirildi. Sadece borçların alacaklılara paylaştırılması görevini sürdürmeye devam etti.
Osmanlı borçları, Osmanlı topraklarında kurulan devletler arasında paylaştırıldı. En büyük borç yükü Türkiye'ye düştü. Türkiye, Düyun-u Umumiye'ye olan borcunun son taksitini, ilk dış borcun alınmasından tam bir yüzyıl sonra, 1954′te ödeyerek bitirdi.
(Yarın devam edecek )